tag:blogger.com,1999:blog-85769675415213495122024-03-13T05:32:42.301+03:00Yemek LazımYemek ve mekan tecrübeleri.Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.comBlogger23125tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-31277845439194260622010-10-06T03:30:00.003+03:002012-07-04T13:30:38.520+03:00Çaya süt?Londra'dan merhaba!<br />
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="http://londonstreetbites.com/">London Street Bites</a>'ta yazılarıma devam ediyorum. Formatı biraz farklı olacak gibi görünüyor. Blog da malum yeni, yavaş yavaş görüntüsünü güzelleştirmem, makyajını yapmam lazım.</div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-17977215212864762732010-08-31T23:33:00.013+03:002010-09-01T23:58:56.482+03:00Hesap Lütfen!<div style="text-align: justify;"><i style="mso-bidi-font-style: normal"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Engin olsaydı “Hesabı alabiliriz.” derdi :)</span></i></div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Birkaç gün sonra uzun yıllar yaşamak üzere Londra’ya taşınacağımdan artık Yemek Lazım’da yazı yazamayacağım.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Yemek Lazım fikri, geçen yılın başında Num Num’daki bir Buffalo Wings ziyafetinden sonra Engin’in “Ya bir blog mu açsak acaba, gittiğimiz yerleri yemekleri falan yazarız?” demesiyle ortaya çıktı. Buffalo Wings yazısını yazmadan önce bu yemeğin ortaya çıkışını biraz araştırdım ve ilginç bir hikaye buldum. Bunun üzerine mekanları yazmaktan vazgeçtim, ve kısa kısa bir sürü yazı yerine tek ve güzel bir yemeğe odaklanmış, hikayesini içeriğini uzun uzun anlatacağım yazılar yazmaya karar verdim; böyle yazılar yazmak daha çok hoşuma gitti. Engin de zaten ilk gazı verdikten sonra arazi oldu :) Blog’da 16 ay içinde 18 tane yemek yazısı yayınlandı, bunlardan bir tanesi bana ait değil: Tarator, “Enginarlı Kuzu Gerdan @ Çorbacım” altında çok güzel bir yazı yazdı. İlk yazım ve sonrasında bu blog, zaman içinde içimdeki yemek sevdasını ortaya çıkardı desem abartmış olmam. Önceki yıllara nazaran şu an güzel ve lezzetli bir yemeğe çok daha düşkünüm, yemek ve restoranları çok daha fazla araştırıyor ve geziyorum. Tatil planlarımda restoranlara göre değişiklikler yapıyorum. Takip ettiğim gurmeler, yazarlar ve bir çok blog yazarı oluştu, kitaplar aldım, araştırdım, tartıştım. Bu süreç içerisinde, yemek ve restoran konuları ile oluşan fikirlerim de gelişti, öğrendiklerimin ve düşüncelerimin bazılarının üzerlerinden geçmek istiyorum.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfNIapOuz-PzNwW4oz9Z5KjhExhyMeS-nVgL3W3Zh0UqLyUbVl_FEgjtA5UjDqH60p6TrKLqyqFQbEs-fNXOlCl2YxkAvEHqPcoJ578aMg4eMGSkXXI0-t6sE1QTSr_z8vBNE1wlGMWac/s1600/b9.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfNIapOuz-PzNwW4oz9Z5KjhExhyMeS-nVgL3W3Zh0UqLyUbVl_FEgjtA5UjDqH60p6TrKLqyqFQbEs-fNXOlCl2YxkAvEHqPcoJ578aMg4eMGSkXXI0-t6sE1QTSr_z8vBNE1wlGMWac/s400/b9.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511675735198000818" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 57px; " /></a></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Emin oldum ki ister restoran ister cafe farketmez, her şeyin temeli yemek. Dekoru isterse inanılmaz güzel olsun, servis mükemmel, müzikler süper, manzara şahane olsun, eğer yemekler kötü ise kuvvetle muhtemel o mekana gidilmiyor. Tam tersi ise geçerli değil; eğer yemekler güzel ise ambiyans sıfır olsa bile çok popüler bir restoranınız olabiliyor; bunun çok güzel bir örneği Kalbur’dur. Sanmayın ki yemek dışındaki etmenler önemsiz; siz de bilirsiniz hıyar bir garsonun tek hareketi sizi bir mekandan soğutabilir ve bir daha oraya hiç gitmek istemeyebilirsiniz. Benzer bir şekilde, Butcha'da olduğu gibi orada yemek yemediğim bir gün kasada beklerken kasabın kaşar peyniri ikram etmesi küçük ama etkileyici şeyler. İşletmenin birşeyler satıp para kazanma amacı yokmuş da, ilk önceliği müşterilerin mutluluğuymuş gibi hissediyorum. O yüzden açtığınız bir restoranı batırmamak ve devam ettirmek gerçekten zor bir iş; malzeme tedarikinden müşterinin önüne yemeğin konulmasına kadarki zincirde her detayın çok fazla önemli var. <o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Restoran sahipleri ise ikiye ayrılıyor, baş aşçı olanlar ve işletmeci olanlar. Benim genelde gördüğüm kadarıyla sahibi aynı zamanda baş aşçı ise restoranın başarılı olma ihtimali artıyor çünkü daha özenli ve ilgili olunuyor. Başarılı restoranlarda çalışırken ayrılıp kendi restoranını açan şef sayısı az değil, ki zaten çoğu şefin hayali de bu olsa gerek. Restoranı sadece para kaynağı olarak gören işletmecilerin başarısız olma ihtimalleri bence çok daha yüksek. Başarılı restoranların önünde ise masa sayısını arttırma ve şubeleşme gibi iki tane tehdit söz konusu. Restoranlar büyüdükçe ve tutuldukça, yemeklere ve malzemelere gösterilen özen azalıp kalitede düşme olabiliyor. Aynısı ve bence daha tehlikelisi şubeleşme için de geçerli; tek restoran varken taze ve kaliteli malzeme kullanılıyor; şubeleştikçe kalitesiz malzeme ile yemekler yapılıp sipariş verilince ısıtılıyor. Tabii ki çoğunluk böyle değildir, ve bu yollarla büyümek kötü değil ama çok riskli olduğu aşikar.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKVrNAi5jMGaKgXZafhXT-fdwTigc46S1tLD01ZZ_jZLpdVGeMSSEYSSeiyhrM4Bj-nYWBwEv6s7e0kQ0QqOZOTbGflcsxG_4boTwwoMpXNAZsqjtEPxttvaSKLrsv6AHR1iFIwGgVQUY/s1600/b11.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKVrNAi5jMGaKgXZafhXT-fdwTigc46S1tLD01ZZ_jZLpdVGeMSSEYSSeiyhrM4Bj-nYWBwEv6s7e0kQ0QqOZOTbGflcsxG_4boTwwoMpXNAZsqjtEPxttvaSKLrsv6AHR1iFIwGgVQUY/s400/b11.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511676240558401266" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 57px; " /></a></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Restoranları araştırdıkta fine dining denen kavramla tanıştım. Bu tarz servisi olan restoranlarda tadım menüleri oluyor; bir çok çeşit yemekten azar azar önünüze getiriyorlar ve genelde farklı çeşit şarapları da yanlarında servis ediyorlar. Çok lezzetli, şık ve pahalı restoranlar bunlar, en iyileri Michelin yıldızları alıyorlar. Michelin ile tanışmam da bu konuları araştırırken oldu; bildiğimiz lastikçi Michelin araba bakımı, konaklama ve gezerken yenilebilecek restoranları işaretlediği rehberler zaman içinde ünleniyor, restoranlara yıldız vermeye başlıyorlar ve şu an Dünya’nın en iyi restoranlarının toplandığı bir rehber haline geliyor. Bölge veya şehirlere göre basılıyorlar; “New York 2006 rehberi” gibi. Restoranlar Michelin’e başvurduktan sonra birkaç kere müfettişler restoranı kimliklerini saklayarak ziyaret ediyorlar ve buna göre not veriyorlar. Şu ana kadar hiç bir Türk restoranı Michelin’den yıldız alamamış, ama gördüğüm kadarıyla İstanbul’daki Mimolett yıldız almaya oynuyor. Tabii ki bunun için öncelikle kaydadeğer bir para harcanım Türkiye’de bir komisyon kurulması gerekli. Not etmek gerekir ki Michelin yıldızı almak için çok lüks bir restoran olmaya da gerek yok; örneğin tek yıldız için gereken şey kendi alanında çok iyi olmak. Salaş bir pideciniz olsun ama çok güzel yapın, alabilirsiniz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibNcY7oLb1q_STa4L5Jzei9foUtIeC02ohPBEz05armrxwt8XxtwVugaZAekcERm2anU8OibIz4i7_ub3DrRLPDfgQ9ekx-DsSzh22oskjYDsUNYz5rLyOBGQDhTVhpaTDEBw7BFvaEPY/s1600/b8.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibNcY7oLb1q_STa4L5Jzei9foUtIeC02ohPBEz05armrxwt8XxtwVugaZAekcERm2anU8OibIz4i7_ub3DrRLPDfgQ9ekx-DsSzh22oskjYDsUNYz5rLyOBGQDhTVhpaTDEBw7BFvaEPY/s400/b8.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511677814999166770" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 57px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;">Michelin’den üç yıldız alan restoranları incelediğimde Moleküler Gastronomi denen akımla karşılaştım. Sanırım İspanya’daki El Bulli’nin en iyi olduğu bu akım; maddelerin yapılarını değiştirerek müşterileri şaşırtmayı amaçlıyor. Örneğin önünüze sardunya şerbeti, füme somonlu dondurma, spreyle sıkılmış salatalık veya köpük haline domates gelebiliyor. Böyle bir yemek hiç yemedim, açıkcası çok da merak ediyorum. Lakin, bu akım yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Sebebini ise şöyle tahmin ediyorum; birincisi ilginç yanı sürdürülebilir değil, normal psikolojiye sahip bir insan kaç kere domates köpüğünden etkilenebilir ki? İkincisi ve bence daha önemlisi; yemekler doğal değil, kimyasal işlemlerden geçirilmiş şeyler yiyorsunuz. Yedikleriniz şöyle tarladan yeni koparılmış buram buram kokan kıpkırmızı bir domates değil, közlenmiş süt gibi bir patlıcan değil. Bu bakımdan da sürdürülebilir olmadığını tahmin ediyorum, insanlar er ya da geç alışkın oldukları doğal lezzetleri ve malzemeleri arayacaklardır. Tam bu noktada da günümüzün yeni yeni oluşan akımı geliyor: taze ve yerel malzemeler. Artık yavaş yavaş Dünya’nın en iyi restoranları Moleküler Gastronomi’den öte bu akıma sahip oluyorlar; mümkün olduğunca bozulmamış doğal malzemeler, en taze halleriyle, ustaca hazırlanmış olarak sunuluyor. Bence son derece cazip. Daha da fazlası, bu restoranlar mümkün olduğunca yerel malzeme kullanıyorlar. Şöyle düşünün, Ege’deki bir restoran, Ege bölgesinde kakao yetiştirilmediği için çikolata kullanmıyor. Dünya’da zeytinyağının hemen hemen sadece Akdeniz’de üretildiğini düşünürsek bile bunu yapmanın imkansıza yakın olduğunu tahmin edebiliriz, yine de şeflerin böyle bir çaba içerisine girmesi çok takdir edilesi ve desteklenmesi gereken bir seçim.</div><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjW5huKy_QhUMtsiW3YKxWSysrV2AkDopGm3FdOYBeqkAS3TN4vSU1S3p7VGygwZ5kcYExB6GuWrhbnRf6dzikvctMidwN2aJDr7ZWssO66q_nkrtyGRbYirZyW68VxGwvwvAsi8rcs8DI/s1600/b10.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjW5huKy_QhUMtsiW3YKxWSysrV2AkDopGm3FdOYBeqkAS3TN4vSU1S3p7VGygwZ5kcYExB6GuWrhbnRf6dzikvctMidwN2aJDr7ZWssO66q_nkrtyGRbYirZyW68VxGwvwvAsi8rcs8DI/s400/b10.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511676674875702050" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 57px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;">Klasik bir muhabbet olacak ama; Dünya’daki restoranları ve mutfakları araştırdıkça bizim ne kadar geride olduğumuzu da gördüm. California’da, Fransa’da, İskandinavya’da, Japonya’da çok fazla çok güzel restoran var, ve bir yemek kültürü var. Gerek şefler gerek müşteriler, bu işi çok ciddiye alıyorlar. California’daki bir çok şef Dünya’daki trendleri takip ediyor, sürekli yeni yemekler yaratıyor, kitaplar yazıyor. Tokyo’daki bazı üst sınıf restoranlar tanımadıkları müşterileri asla restoranlarına almıyorlar. Müşteriler için dışarıda yemek yemek birincil amaç, sinemaya tiyatroya gitmek gibi görüyorlar. Yemek seçerken de yerken de birincil endişeleri doymak değil; aradıkları şeyler çok farklı. Bu ortak bilinçle de ülke mutfakları gelişebiliyor. Bu tahminimce çok derin bir konu, şeflere bir dokunsak bin ah işitiriz gibime geliyor. Dünya mutfaklarını araştırırken tabii ki bizim mutfağımızın da birinci olmasa da önde gelen en zengin mutfaklardan birisi olduğunu görüp gurur duymamak kaçınılmaz. Ege’de zeytinyağlı, taze otlu, sayısız deniz mahsüllü ve mezeli bir Akdeniz mutfağı var. Güneydoğu Anadolu zaten başlı başına bir şaheser, çok zengin ve lezzetli yemeklerin olduğu şehirler zaten tek tek kendi mutfaklarıyla inceleniyor. Karadeniz’de hamsi, mısır unu, peynir, pide ve lahanalar.. Gerçekten de yolda seyahat ederken geçtiğiniz hemen hemen her şehrin kendine ait bir yemeği oluyor, Dünya’da başka kaç tane ülkede böyle zengin bir mutfak vardır bilmiyorum. Bu zenginliği farkettikçe de diğer mutfaklar arasındaki çok daha iyi bir yeri hak ettiğini fark ediyor insan, bana kalırsa mümkün olduğunca yöresel lezzetleri yaratıcılıkla birleştirip rafine bir şekilde sunmamız lazım. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLS6Jd5XGZUIBTqgzEv8pb3XN1-anpA9_5vgsPkGBsA5og-RKA4eayINBhNSagsFTW7QjG07PJg-4zk0yPJtDRpCRmZwUWtdB8rAfBOb_8hZimnlkCJSa2VvhUo7l6snFVwEl3TU1mVLs/s1600/b7.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLS6Jd5XGZUIBTqgzEv8pb3XN1-anpA9_5vgsPkGBsA5og-RKA4eayINBhNSagsFTW7QjG07PJg-4zk0yPJtDRpCRmZwUWtdB8rAfBOb_8hZimnlkCJSa2VvhUo7l6snFVwEl3TU1mVLs/s400/b7.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511678283173640690" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 57px; " /></a></div><div style="text-align: justify;">Yöresel yemekleri kullanmanın bence önemli bir faydası daha var. Gözlemlediğim kadarıyla, ülkemizdeki yemek çeşitleri ve ithal edilen malzemeler arttıkça, doğal olarak pratik yapılabilecek yemek sayısı da artıyor. Daha da önemlisi hepimizin bildiği gibi yemek yemeğe, özelilkle de yapmaya ayrılan vakit özellikle büyük şehirlerde gittikçe azalıyor. Eskiden asıl güzel yemekler evlerde yapılırmış, restoranlar hemen hemen hiçbir zaman o ev yemeklerinin kalitesine özenine ulaşamazlarmış. Şimdi öyle değil, evde yapacağınız çoğu yemeğin çok güzel hazırlanmış bir halini dışarıda bulabilirsiniz. Bence ileride restoranlar bu etnik ve yöresel yemekleri yapan birincil yerler olacaklar. Örneğin kaçımızın evinde bir güveç var da güveçte yemek yapılıyor? Veya hangimiz Karadeniz’de yaptıkları gibi kuru fasülyeyi kavurup haşlayıp dört saat fırında beklettikten sonra servis ediyor? Murat Bozok’un blog’unda okumuştum; Amerika’da belli yörelerde belli zamanların yemeklerini yapan Next adında bir restoran var. Mesela altı ay boyunca 1860’ların İtalyan mutfağı yemekleri yapılıyor, başka bir altı ay 1930’lardaki Rus mutfağı yemekleri yapılıyor. Benzer şekilde, restoranların ileride yapımı zahmetli, unutulmaya yüz tutmuş yemeklerin bulunabileceği yegane yerler olacaklarını düşünüyorum. Bu bakımdan bence Türk restoranlarına, özellikle de esnaf lokantalarına fazladan sorumluluk biniyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLzOMtInbfcWppG4gyh4glmLhlYWTd9BDumhgEriJz8kMRItXWPAj0tlOyVGCLFMeLjQ-sfHyDxF-Y96R6iroUxVhNMWP7YTW3TVZVdSLYZulE9TZtYUuRizj485MjrG7TBtypNMPhIQg/s1600/b4.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLzOMtInbfcWppG4gyh4glmLhlYWTd9BDumhgEriJz8kMRItXWPAj0tlOyVGCLFMeLjQ-sfHyDxF-Y96R6iroUxVhNMWP7YTW3TVZVdSLYZulE9TZtYUuRizj485MjrG7TBtypNMPhIQg/s400/b4.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511676867239987058" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 57px; " /></a></div><div style="text-align: justify;">Yemek Lazım’da Ankara hakkında aklımda olan hemen hemen bütün yemekleri yazdım, yazamadığım içimde kalan pek bir şey yok. Yemek konusundaki merakımı bilen arkadaşlarım genelde “Abi akşam hatunla buluşcam nereye götüreyim?” vb. sorularla karşıma geliyorlar. Ankara’yı bilmeyen veya yeni yer önerilerilerine ihtiyacı olanlar için giderayak bir kaç mekan yazayım dedim. Blog’daki restoran haritasına bakarsanız farkedersiniz, genelde gezdiğim yerler Çankaya, Or-An, Bilkent, ve Park caddesi tarafları. Kızılay ve Ulus’a doğru sonrasındaki yerler hakkında pek bir bilgim yok onu da peşinen belirteyim.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Arjantin Caddesi’nin sonundaki Günaydın Kebapçısı, benim Ankara’da en başarılı bulduğum kebapçıdır. Gaziosmanpaşa’daki Köşebaşı da az çeşit yemeği olmasına rağmen ünlüdür. Gençlik caddesi ve Sakarya’daki Düveroğlu ile Oran ve Park Caddesinde şubesi bulunan Altınşiş de Antep mutfağı yemeklerini güzel yaparlar. Eğer akşam rakılı muhabbetli bir yere gideyim diyorsanız Eskişehir yolu üzerindeki Dürüm Çadır ve Yıldız’daki Adana Sofrası’ndaki ocakbaşı da güzel alternatiflerdir. Nenehatun caddesindeki Göksu restoranı da kaydadeğer bir alternatif. Şehirden uzak sakin bir yere gitmek isterseniz de Gölbaşı’ndaki Beykoz ve yanındaki diğer restoranları öneririm; kendin pişir kendin ye ile göl kenarı çok zevklidir. GOP’taki Meandros ve Komşu ise Rum meyhaneleridir, fix menü sonrasında eller havayalar danslar vs. vardır, grup olarak giderseniz eğlencelidir.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Döner için Tunalı’daki Süha’nın Yeri’ni tavsiye ederim. Kızılay’daki Özler Döner Kumrular Sokak’taki Cici Piknik, Kızılay’daki Mutlu Döner ve Hoşdere’deki Çankaya Lokantası da güzel döner bulunabilen mekanlar.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Kokoreç için Atatürk Orman Çiftliği veya Tunalı’daki Kıtır’ı öneririm. Gençlik Caddesi’ndeki Profesör ve Pikolet de çok ünlüdür.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Asya mutfağı için çok seçeneğiniz yok; Quickchina ve Sushico. Quickchina’nın suşileri daha güzeldir. Bir de Ümitköy’de Sushisu var, gidenler orayı da methediyorlar.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">İtalyan yemeği için Mezzaluna’yı tavsiye ederim ama Panora ve Gordion’daki Num Num’ın pizzası da bence Ankara’da birinciliğe oynayabilir. GOP’taki Makkarna da İtalyan mutfağı iddiasındaki bir yer ama ben pek sevmiyorum.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Meksika mutfağı için Arjantin caddesindeki Mickey’s veya Park caddesindeki Las Chicas’a gidebilirsiniz. Kötü değiller ama bence pek matah da değiller.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Brezilya mutfağının bildiğim tek temsilcisi GOP’taki Quente. Gittim, gidilmesi şart bir yer değil ama fix menüsü var ve güzel bir akşam yemeği yiyorsunuz. Çok et ağırlıklı olduğunu not etmek lazım.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Hint mutfağı için Spice ve Pakistan mutfağı için Masala cafe, güzel olduğunu duyduğum ama gidemediğim restoranlar.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Kuru fasülye yemek isterseniz ünlü Hüsrev’in bir şubesi de Balgat’ta mevcut.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Mantı için 100. Yıl’daki Dostlar Mantı’yı tavsiye ederim. Sakarya Caddesinde, eski Otlangaç’ın karşısında da ünlü bir mantıcı var, orası da güzeldir.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Steak House tarzı mekan Ankara’da pek yok; Park Caddesi ve Panora’daki Butcha sizi fazlasıyla tatmin eder.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">İşkembe çorbası ve benzeri sakatat için Hoşdere’deki Beykoz’u, mercimek çorbası için Esat’taki Devrez’i tavsiye ederim.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Hoşdere’deki Tavacı Recep Usta’da çok güzel tava ve kaburga yiyebilirsiniz, eğer ağır yemek bana batmaz diyorsanız buraya gidin, son derece lezzetlidir.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Güzel bir cafe ortamında hamburger, pizzası, makarnası olan bir yer istiyorsanız Num Num’a gidebilirsiniz. Benim gündelik yemek anlamında favori yerlerimden birisidir. Aynı şekilde bir çok yerde olan Big Chefs, Eat’n Joy, The House Cafe ve Kitchenette’lere de uğranabilir. Bunların içinden de en düzgünü Big Chefs’tir.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Eğer halka karışayım, Ankara ruhunu hissedeyim diyorsanız Sakarya’da balık ekmek yiyip sonrasında civardaki biracılara oturabilirsiniz. Sakarya’da restorana gideyim derseniz Kumsal ve Göksu Lokantası’nı tavsiye ederim.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Son olarak balık restoranları.. Türkiye’nin en güzel balıkçılardan ikisi Ankara’dadır; Kalbur ve Trilye. Yaratıcı, özgün, kaliteli yemekleri ve mezeleri vardır. İlla seçmek gerekirse Trilye’yi tercih ederim. Eğer daha rahat ve Ege temalı balıkçı isterseniz Tunalı ve Arjantin caddesindeki Balıkçıköy’ler ile Tunus caddesi’ndeki Laterna’yı tavsiye ederim. Cunda adasından gelen Bay Nihat’ın da Hilton karşısında bir şubesi var, kebapçı dekoru var ama yemekleri güzel.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTad2ogkuNPpvFzv6EOitkczx3UwCOSwOXTByMvRpKOOjhRMAFKibke20YB12Hk5QgPaAYfdR2MVTM3P_SzJcNJkWfZ7LLA0z4A4Q8VJLZ9Wsp_aEqEk1Ee8_SqIKLBVUu504kXoB3IaE/s1600/b2.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTad2ogkuNPpvFzv6EOitkczx3UwCOSwOXTByMvRpKOOjhRMAFKibke20YB12Hk5QgPaAYfdR2MVTM3P_SzJcNJkWfZ7LLA0z4A4Q8VJLZ9Wsp_aEqEk1Ee8_SqIKLBVUu504kXoB3IaE/s400/b2.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511677105495065714" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 57px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;">Şu an başka yer aklıma gelmedi. Bunların dışında, takip ettiğim blog’lar halihazırda sağ tarafta mevcut, son derece güzel yazarlar ve yazılar var. Ankara’da nüfusuna göre kaydadeğer bir yemek blog’u açığı var, sanırım sebebi biraz da yazılacak yerlerin çok olmamasından kaynaklanıyor. Yeni bir yer açıldığı zaman sırayla belli blog yazarları teker teker yazıyor; hani yeni bir yeri bloglardan öğrenmek bile zor artık, illaki yolunuz düşmüş oluyor.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Londra’da yeni bir hayat konusunda heyecanlıyım, daha önce sadece iki kere dört beş günlüğüne gitmiştim. İngiltere’deyken gittiğim yerleri ve yemekleri başka bir blogda yazmayı planlıyorum, şehri hiç bilmediğim için haliyle Yemek Lazım’dan çok daha farklı olcak formatı; biraz daha standart olacak diyelim. Yeni blogumu açtığım zaman adresini de yeni yazı olarak burada yayınlayacağım, takipte kalmanız yeterli.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Bir yolculuk şarkısı çalayım da öyle gideyim. <o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><iframe src="http://player.vimeo.com/video/11947747?byline=0&portrait=0" width="400" height="300" frameborder="0"></iframe></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Hoşçakalın.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><o:p> </o:p></span></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-42651333494120128272010-08-31T17:36:00.008+03:002010-09-01T12:02:06.515+03:00Kaburga Dolması @ Tavacı Recep Usta<div style="text-align: justify;">- Hancı bana et, kadın ve şarap getir!</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Recep Usta’ya gittiğimde böyle hissediyorum. Erkek okuyuculara tavsiye, buraya erkek erkeğe gidin. Yenilen yemekler hem fazla, hem de ağır. Sacda gelen kavrulmuş kuzu parçaları, kuzu etli patlıcan dolması, yağlı içli köfte, sinide gelen pilavla doldurulmuş kuzu kaburgası, bakır kapta kaçakta kaşıkla içilen ayran, bol tereyağlı irmik tatlısı falan darken grup psikolojisi ile insanlığın sınırlarını zorlamak zevkli oluyor. Senede bir tabi. :)<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Recep Usta, Diyarbakır menşeili bir restoran iken şehir dışındaki ilk şubesini Ankara Esat’ta açmıştı, sanırım dört-beş yıl önce. Daha sonra İstanbul’a da şube açtı. Ankara’da Trilye gibi bazı restoranlara siyasiler çok sık gider, Recep Usta da bunlardan birisi. Duvarlarında boy boy ünlüler ile çekilmiş fotoğraflar var. Hakkını vermek lazım, yeni şubesinde biraz seri üretim haline geçse de yediklerinizin çoğu kaliteli ve lezzetli.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Recep Usta’da genelde ya tava ya da kaburga dolması yenilir. Tava da son derece güzel olmasına rağmen ben seçmek durumunda kalırsam kaburga dolmasını tercih ediyorum. Güneydoğu’da yaygın olan bu yemek, aslında gerçek anlamda bir bütün kaburga. Kuzu kaburgasının içi pilav ile dolduruluyor, iple bağlanıyor, üzerine domatesli bir sos dökülüp fırına veriliyor. Kaburga yemeği tercübem pek yoktur, Recep Usta dışında bir tek Kaburgacı Selim Amca’da yemiştim ki pek de beğenmemiştim açıkcası. O yüzden belki Recep Usta’nınki kıyasla daha kötü veya daha iyi olabilir bilmiyorum; sonuçta servis edilen yemek bence çoğu insanın son derece beğeneceği bir lezzet.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5qKrKqpStCkUZXdE5F3F6ssk1p8HmPZkkO8I11NzMjld1o8yhExbQaJtyo8rR6BkfhqOYwVWL6CoqJpVc2NlE8EfvKG9uWnVc4COMIqDW0ZPjwzlM7U8-ieIxfNg8X7cx52llOfcWNOg/s1600/Image198.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5qKrKqpStCkUZXdE5F3F6ssk1p8HmPZkkO8I11NzMjld1o8yhExbQaJtyo8rR6BkfhqOYwVWL6CoqJpVc2NlE8EfvKG9uWnVc4COMIqDW0ZPjwzlM7U8-ieIxfNg8X7cx52llOfcWNOg/s400/Image198.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5511583437708628242" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Resimde tarafımca bir çatal tadına bakılmış kaburga görüyorsunuz. İçi doldurulmuş kaburga, fırında ağır ağır pişerken etinin suyu ve yağı pilava akıyor. Recep Usta’nın pilavı ise zaten kendi başına çok güzel; bademli fesleğenli ve tereyağlı. Et kokusu ve tadı ile birleşince yediğim en lezzetli pilavlardan birisini oluşturuyor. İlkbahar’da giderseniz gerçek süt kuzusu bulursunuz. Yakın zamanda doğmuş, anne sütünden başka pek birşey yememiş kuzular bunlar. Etleri lezzetli ve yumuşak. Ağır ağır pişince artık iyice yumuşuyor, çatalla dokununca kemikten ayrılıyor. Bu etle bu pilavı birlikte yemeği de artık siz düşünün. :)<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Kaburganın tek tek parçaları pirzola, pirzolanın et kısmı da antrikota denk geliyor, yani aslında kuzunun en yağlı kısımlarından birisi. Pilav da önceden tereyağda pişmiş bir pilav. Böyle olunca aslına bakarsanız gerçekten ağır bir yemek. En son gittiğimde ben ameliyat eder gibi iç yağlarını etlerden ayırıp çok yağlı olmayan pilav kısımlarından almaya çalışırken, arkadaşım lavaşı sini üzerinde sürüyerek kendine dürümler hazırlıyordu. Sanırım ben ağır yemekler konusunda zamanla hassaslaştım, o yüzden son Recep Usta ziyaretim biraz stresli geçti. Eğer bu konuda pek bir hassasiyetiniz yoksa Recep Usta’daki kaburgayı tereddütsüz tavsiye ederim. Kaburga da tava da en az iki kişilik söyleniyor, o yüzden en az dört kişi ile gitmek ideal. Yemekten sonra dolu mide yüzünden ileri doğru kaykılıp yarı yatar pozisyonu almışken son bir çaba ile tereyağlı ve vanilyalı irmik tatlısı yemeyi de asla ihmal etmeyin.<o:p></o:p></span></p><p></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-65849526799046329412010-08-17T00:04:00.014+03:002010-08-28T19:22:22.571+03:00Çiğ Köfte @ Meşhur Adıyaman Çiğ Köftecisi<div style="text-align: justify;">Ankara, yakında “İçinde çiğ köfteci olan şehir”den “İçinde şehir olan çiğ köfteci”ye dönüşecek, tehlikenin farkında mısınız? Gerçekten de son bir kaç yılda virütik bir şekilde her yerde Meşhur Adıyaman Çiğ Köftecileri açılmaya başladı. Artık yeni bir şubesini gördükçe gözlerim İ. Melih’in olası bir “Çiğ köfteciniz hayırlı olsun” afişini arıyor. Mitoz mu bölünüyorlar mayoz mu artık bilemiyorum ama aslında İstanbul menşeili olmasına rağmen Meşhur Adıyaman Çiğ Köftecisinin, Ankara’da İstanbul’dan çok daha fazla şubesi var. Sanki şikayet ediyormuşum gibi yazdım ama aslında tam tersi; Ömer Usta’nın etsiz çiğ köfte diye adlandırdığı yiyecek gerçekten de çok güzel, <span style="mso-spacerun:yes"> </span>en az ayda bir büyük bir zevkle yiyorum.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">1992 yılında İstanbul Gültepe’de seyyar olarak başlamış işe Ömer Usta. Lezzeti ile ünlene ünlene şubeler açmaya başlamış, önce İstanbul sonra Ankara’da. Kendi bulduğu bir formülü var, içeriği gizli. Bu yüzden her gün Gültepe’deki fabrika’da tonlarca çiğ köfte üretip bunu şubelere yolluyor. Karını bilmem ama ciroya bakarsak kaydadeğer bir başarı hikayesi olsa gerek.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Yüksek alkollü geceler sonrası gittiğimiz yerler bellidir; Özçelik veya Yıldız Aspava, Beykoz İşkembecisi, Devrez, veya sokakta minibüste köfte vs satan amcalardan tanıdık birkaçı. Bir gün, bizim eküriye dışarıdan katılan bir arkadaşın “Abi tabi ki çiğ köfteciye gitcez!” demesiyle hadi deneyelim dedik ve Yıldız 3. caddedeki Meşhur Adıyaman Çiğ Köftecisine gittik. Açıkcası alkollü mideye pek iyi gitmedi ama tadını gerçekten de çok beğenmiştim. “Kafa güzelken ne yesen lezzetli gelir Deniz zaten” diye düşünsem de daha sonraki ziyaretlerimde baktım ki gerçekten değişik ve güzel bir lezzet. Aslında Ankara’da etsiz çiğ köfte denince aslında akıllara Kızılay Kumrular sokaktaki Apikoğlu gelir. Apikoğlu’nun çiğ köftesi de son derece başarılı. Adıyaman çiğ köftesi ile arasında tad farkı var, kesinlikle birisi diğerinden daha güzel diyemem, birisi tavsiye istese ikisini de söylerim.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Açıkcası gerçek, yani etli çiğ köfteden pek anlamam. Bir kere yedim (en azından bilinçi olarak), o da Günaydın Kebapçısı’ndaydı, pek de beğenmemiştim. Belki oradaki kötüdür normalde güzeldir veya en güzelini yapıyorlardır, bilemiyorum. Malesef üniversite hayatımda, İbrahim Tatlıses şarkıları eşliğinde tavanlara ata ata teriyle çiğ köfte yoğuran Urfalı bir arkadaşım da olmadı. Sağlık bakanlığı, ticari amaçlı çiğ köftelerde belli bir yüzdenin üzerinde çiğ ete izin vermediği, ve müşterilerin de sağlık çekinceleri yüzünden gerçek çiğ köftenin en azından Ankara’da kolay kolay bulunduğunu sanmıyorum. Neyse ki etsiz versiyonları son derece lezzetli, çok fazla bir kayıbımız olmasa gerek.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Çiğ köfte, Urfa’da icat olduğu iddia edilen bir yiyecek. Aslında baya eskilere dayanan bir hikayesi de var. Özet olarak Hz. İbrahim zamanında Urfa’lı bir avcı bir ceylan avlar, ama ateş yoktur, karısı ise eti ezip bulgur, birkaç ot ve baharat karıştırarar yoğurur, sonuçta çiğ köfte ortaya çıkar. Günümüzde ise çiğ köfte; satırla çekilmiş yağsız dana kıyması, bulgur, isot, karabiber, soğan, sarımsak, limon, salça, maydanoz, ve kimyon ile hazırlanıyor. Lakin, Meşhur Adıyaman Çiğ Köftecisinin çiğ köftesi ile arasında içerik olarak kaydadeğer bir fark var.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh540LhvghE_QFU6WKwrUjmeFMsgnx6ciFPn03ppel8b8TZp2JSJH0j_D94who-bCwoq5mPUx9H9reI5jbAkc4qMak0OuoRIOfVX28Q5HwU2UO4XUYE5UAOwELrEF28401ahG0lFqUpvKM/s1600/meshur-adiyaman-6.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh540LhvghE_QFU6WKwrUjmeFMsgnx6ciFPn03ppel8b8TZp2JSJH0j_D94who-bCwoq5mPUx9H9reI5jbAkc4qMak0OuoRIOfVX28Q5HwU2UO4XUYE5UAOwELrEF28401ahG0lFqUpvKM/s400/meshur-adiyaman-6.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5506116928580084386" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 266px; " /></a></p><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjihQCdyaE9kQ4O6ygV3CygmwLLFtVkyEhr8awx4g1BNBHkmMaYmzs9sOAM8nnHHDwVh00oVpMSSuGBwB2QSSc0cLI1zD_wxAYo-FjkHoJapFdMlf-my_p_5hBTE0PrfF2e-8Bp4zOuuwQ/s1600/Image145.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjihQCdyaE9kQ4O6ygV3CygmwLLFtVkyEhr8awx4g1BNBHkmMaYmzs9sOAM8nnHHDwVh00oVpMSSuGBwB2QSSc0cLI1zD_wxAYo-FjkHoJapFdMlf-my_p_5hBTE0PrfF2e-8Bp4zOuuwQ/s400/Image145.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5506117232896751394" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></div><div style="text-align: justify;">Meşhur Adıyaman Çiğ Köftesinde, et yerine ceviz, badem ve fındık var. Tadlarını teker teker almak pek mümkün değil, ama hem konuştuğum dükkan sahipleri söyledi, hem de kendi web sitelerinde fındık, ceviz vs resimleri var. Böyle sağlam deliller olmasa özellikle bağdeme pek inanmazdım herhalde. Köftenin içinde bulgur da olduğunu tahmin ediyorum, başka türlü bu kadar yoğun ve birleşik olması zor. Standart çiğ köfte baharatlarından daha fazla baharatın da olduğu belli. Adıyaman Çiğ Köftesi, ince ve hamurunun güzel olduğu belli lavaş arasına sürüldükten sonra, marul, lezzetli bol nar ekşisi, limon, ve isteğe bağlı acı sos ile servis ediliyor. Acı sos, isot temelli bir sos ve çok da acı değil, gönül rahatlığı ile eklenebilir. Çiğ Köfte aslında bakarsanız yağlı, ve dışarıdan ağır görünüyor. Ama marul, nar ekşisi, limon gibi baharat tadını hafifletici malzemeler ile iki üç dürüm yiyebiliyorsunuz ve sonrasında midenize oturmuyor, şişmiyor. Bu da Ömer Usta’nın formüldeki önemli başarılarından birisi olsa gerek.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Bu sıcakta yenir mi, içimiz yanmasın, bozulmuş olmasın diye düşünmeyin, bir şubesinin yanından geçerken (ki bu her gün olması lazım eğer okulunuz/şirketiniz evinizin alt katında değilse) bir dürüm alın. Pişman olmayacağınıza eminim, daha sonra geri dönmeniz de çok olası.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><i>Not/Note: İlk resim Steven Bartus'a aittir. / The first photo courtesy of Steven Bartus. (</i><a href="http://eatingankara.wordpress.com/2010/04/02/meshur-adiyaman-cig-koftecisi/"><i>http://eatingankara.wordpress.com/2010/04/02/meshur-adiyaman-cig-koftecisi/</i></a><i>)</i></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-48554179148154956342010-08-05T12:05:00.016+03:002010-08-28T17:00:18.529+03:00Bacon and Blue Cheese Burger @ Num Num<div style="text-align: justify;">Ankara’da hamburger.. can sıkıcı bir konu. Tereddütsüz söylüyorum, yok; hamburgeri doğru düzgün yapan yer eldeki parmak sayısını geçmez. Hemen sayayım; Num Num ve Butcha bu işi becerebiliyorlar. Hayır, Timboo cafe değil, etleri kuru, yağsız ve dolayısıyla lezzetsiz. Burger Story hakkında güzel şeyler duydum genelde, halen gidememiş olmam büyük eksiklik, ona da güzel derseniz kabul ederim ama bunlar dışında kaliteli hamburger yapan restoran veya cafe en azından benim bildiğim malesef yok. Çoğu yer Uno hamburger ekmeği arasına Pınar hamburger köftesi atıp iteliyor önünüze.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">İstanbul’a sık sık gidiyorum, ve her gidişimde Engin ile yemek programı yapıyoruz. Genelde öğlen iki farklı restoran, öğleden sonra gezmeler ve oradaki arkadaşlar ile buluşmalar, akşam yemeği için bir veya iki restoran ve gece geç saate kadar içki ve muhabbet şeklinde oluyor programlarımız. Bu geziler sırasında, hamburger cevherleri olan Dükkan Burger, Gourmet Burger Kitchen, Kızılkayalar, Kral Burger, Burger Bar, Mano Burger gibi restoranlara doğru düzgün hamburger yeme fırsatını kaçırmamak adına özellikle öncelik veririm. Bu restoranlar için ayrı ayrı yazılar yazmak isterdim ama şunu diyebilirim ki; hemen hemen hepsinin ekmekleri çok güzel, bazılarının etleri çok başarılı – yanında hiçbir garnitür olmasa çok lezzetli olacak şekilde, bazılarının ise malzemeleri ve sosları çok iyi. Benim için hamburgerin eti en önemli kısmı, o yüzden McDonalds ve Burger King gibi fast food cafe’lerin hamburgerleri bence birer mutfak suçundan ibaret (gavurcada “culinary crime”). Şansımıza, Ankara’da Num Num’ın ve Butcha’nın etleri son derece güzel, ortalamanın çok üstünde. Bu iki restorandaki bütün hamburgerleri yedim, ve favorimin Num Num’daki Blue Cheese Burger olduğuna karar verdim. Ne zaman da Num Num’a gitsem, yanımdakileri yarım Blue Cheese Burger ve yarım pizza paylaşmaya zorluyorum, sonuç da güzel oluyor tabii ki.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Blue Cheese Burger, hem yaratılmış hem de evrim geçirmiş :) Yaratılışının temelleri, 1300-1400lü yıllarda Avrupa’da etin kıyma haline getirilmesine dayanıyor. 1700lü yılların sonlarına doğru, Avrupa’daki en önemli limanlar Almanya’daymış, ve New York’a giden alman denizciler, 1300lü yıllarda Ruslardan öğrendikleri ekmek soğan ve et karışımı yemeği New York’lulara öğretmişler. Başta New York’ta “Hamburg stili pişirilmiş biftek” - “Steak cooked in Hamburg style”, sonra da “Hamburg bifteği” - “Hamburg Steak” olan yemek, 1800lü yılların sonunda iki ekmek arasına girip şimdiki formatına kavuşuyor ve Hamburger (Hamburglu) ismi ile satılmaya başlanıyor. Hamburger tarihi, aslında baya tartışmalı bir tarih o yüzden en temel ve kesin şeyleri yazıp bırakıyorum. En sonunda da hambuger, Amerikan Mutfağı’na atfediliyor ve hepimizin bildiği gibi Dünya’ya en hızlı yayılan yemeklerden birisi oluyor.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Küçüklüğüme dair hatırladığım, </span>yerken kendimden geçtiğim bazı yemekler var. Bunlardan birisi de, sanırım Side’deki Petrokent’te yediğim Cheeseburger. Ufak ellerle ön tarafından bastırarak tutup yediğim, içinde bol ketçap mayonez olduğu için sürekli etinin arkadan kayıp çıktığı bu yüzden eti devamlı elimle ittirip içine soktuğum, yerken uzun uğraşlar verdiğim bu cheeseburger’in en çok sevdiğim tadı, klasik sarı renkli ince Pınar cheddar peyniriydi. Günün belki de en zevkli anı benim bu cheeseburger’i yeme anımdı, hiç bitmesin isterdim. O zamandan beri bu klasik cheddar peynirlerini çok severim. Num Num’daki Blue Cheese Burger’in ilk artısı benim için bu.</p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQo8BSE916rYlGzMquiExNwfUB8TOKKC5JOci067NFu3aBzx2xJo20DniF_TlYfMiU9X0HatC5ei0h6nc6RytxM8GEkFpat1oEep3bTTZ6oq-xK433ykK-2NOWcf0vogHNFong1ohT52M/s1600/Image103.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQo8BSE916rYlGzMquiExNwfUB8TOKKC5JOci067NFu3aBzx2xJo20DniF_TlYfMiU9X0HatC5ei0h6nc6RytxM8GEkFpat1oEep3bTTZ6oq-xK433ykK-2NOWcf0vogHNFong1ohT52M/s400/Image103.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5501849437836384738" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj96PevhhyqApcrw0vPdnQdKMH02AFQxtOd6oRs3wkMqoAFSuXskdIsGva1n-F1MLMqZ3MzOloNcNEMaBHDMQVgaJynaUZDC-HrAq55jCfvgDFTWoGRtDxPk9wQxH1xaCUzV2dZ-e-QCjI/s1600/Image104.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj96PevhhyqApcrw0vPdnQdKMH02AFQxtOd6oRs3wkMqoAFSuXskdIsGva1n-F1MLMqZ3MzOloNcNEMaBHDMQVgaJynaUZDC-HrAq55jCfvgDFTWoGRtDxPk9wQxH1xaCUzV2dZ-e-QCjI/s400/Image104.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5501849605098655154" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></div><div style="text-align: justify;">Açıkcası ekmekleri çok matah değil, hazır, marketlerde satılan susamlı hamburger ekmeği. Mutfağın arkasını gezdiğimde görmüştüm, coleslaw vb. bir çok malzeme gibi ekmekler de soğuk depolarda saklanıyor. Genelde tabiri caizse gurme hamburgerciler ya özel ekmek tedarik ediyorlar ya da kendileri yapıyorlar, ekmekleri de başlı başına önemli bir katkı oluyor. Num Num’da böyle değil, olsun rahatsız etmiyor. Blue Cheese Burger’in eti kalın, sulu, yağlı ve lezzetli. Genelde pek tutturamasalar da orta-az pişmiş sipariş vermenizi şiddetle tavsiye ederim. Orta-az pişmiş olunca et o kadar sulu oluyor ki alttaki ekmek ıslanıp neredeyse parçalanacak hale geliyor. Aslında hamburgerlerde marulu en alta koyarlar bunu engellemek için ama bence hiç sorun değil. Hamburger köftesinin eti makine ile çekildiyse ve az pişirildiyse çok lezzetsiz oluyor; az pişmiş köftenin lezzetli olması için satır ile çekilmesi gerekli. Pişme dereceleri konusunda normal et ile kıyma arasındaki önemli farklardan birisi bu. Num Num'daki köfte de tahminimce makina ile çekildiği için pişme derecesini az pişmiş tercih etmiyorum. Etin üstünde cheddar, onun üstünde de bacon diye geçen etten var. Domuz eti değil, çakma bacon. İstanbul’daki Num Num’lar domuz eti kullandıkları halde Ankara’da kullanılmıyor, ilginç bir durum. Dana bacon, biraz sert ama hamburgere tuzlu ve isli bir tad katıyor, tam kıvamında. Bacon’un üstünde de blue cheese dedikleri küflü peynirli sos var. Bu sos, daha önce yazdığım Buffalo Wings’de kullandıkları sos ile aynı. Temelde küflü peynir, ceviz, maydanoz ve sarımsaktan oluşuyor. Türünün en başarılı örneklerinden, ekstra bir kapta isteyip ekmeğe sürüp yediğimi hatırlarım. Hamburgerde iki tane peynir olmasına rağmen ikisinin de tadını ayrı ayrı alıyorsunuz. En üstte ise domates, soğan ve yeşillik ile hamburger tamamlanıp, benim için Ankara’da yenebilecek ender güzellikteki bir hamburgere dönüşüyor.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Num Num’da hamburgerler, bol sayıda ince patates kızartması ve coleslaw salatası ile geliyor. Patatesler güzel, özellikle coleslaw çok iyi. Hamburgere gerçekten yakışıyor. Eğer kaliteli, doğru düzgün bir hamburger yemek istiyorsanız, çok değerli aşçı Mehmet Gürs’ün Num Num’ında Bacon ve Blue Cheese Burger’ını gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.<o:p></o:p></span></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-85941553595893566752010-06-18T11:57:00.007+03:002010-06-20T18:50:55.249+03:00Kokoreç @ Kıtır<div style="text-align: justify;">Yaklaşık 30 yıl önce annem Karşıyaka’dan Ankara’ya gelmiş ve babamla Oran Şehri’nden bir ev tutmuşlar. O vakitler dağ başında ıssız bir yer olan Oran’a Yıldız’dan tek gidiş tek geliş bir yol varmış. O zamanki komşularımızdan Nur Hanım, Amerika ziyareti sırasında Kentucky Fried Chicken’ı görmüş ve Ankara’da, diğer bir çok şey gibi böyle bir fast food tavuk lokantası da olmadığını farketmiş, bunun üzerine kocası ile birlikte kıtır kıtır kızarmış tavuk satmak için 1980 yılında Kuğulu Park’ın karşısındaki Kıtır Piliç’i açmışlar. O zamanlar Kıtır Piliç; tavuk, çorba,<span style="mso-spacerun:yes"> </span>pilav, su böreği vb. yemekler satan, ailelerin de gittiği nezih bir mekanmış. Bizimkilerin dediğine göre vaktinde babamın şirketinin verdiği Kıtır Piliç yemek fişlerinden fazla kalanlar ile orada az yemek yememişim :) Kıtır Piliç, zaman içinde devroluyor; yandaki ufak dükkanı alıp tavuk yemekleri kısmını oraya taşıyorlar, asıl yerinde kokoreci ve kumpiri ile ünleniyor ve öğlen sodexo’lu çalışanlara, akşam da bira yanında kokoreç ve midye götüren genç kesime hitap eden popüler ve Ankara ile en çok özdeşleşmiş yerlerden birisine dönüşüyor.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Kıtır ile tanışmam, Ankara’da Hard Rock Cafe’nin, TGI Fridays’in, Chicago’s Pizza’nın, Otlangaç’ın, Akün Sineması’nın olduğu yıllara denk gelir. Birçok Ankara’lı gibi ben de Kıtır’a çok kere gitmişimdir, çok da anım vardır. Ahşap dekorlu, antika avizeli, rock müzik çalan, okul sıralarına benzer masaları olan bu karakteristik mekana muhabbet etmek için gidilir, önünüzden bira eksik olmaz, gitmişken de kokoreç yememek olmaz.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Ertuğrul Özkök ile Pazar yazısı buraya kadar, gelelim kokorece. Ankara’da kokoreç yiyecekseniz belli başlı yerler vardır; Gençlik caddesi’ndeki Profesör ve Pikolet, AOÇ’deki kokoreççiler, veya Kıtır. Profesör bence son derece başarılı, Pikolet’i hiç sevmiyorum – ekmeklerini acilen değiştirmeleri lazım, AOÇ’dekiler ise özellikle kömür ateşinde piştiği için güzel. Profesör, Kıtır ve AOÇ kokoreççileri arasında şu şundan kesinlikle daha iyidir diyemem, hepsi ortalamanın üstünde ve tatmin edici. Bu yüzden Kıtır’daki kokorecin en iyi olduğu gibi bir iddiam yok ama benim yemekten en çok zevk aldığım kokoreç bu.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Öncelikle ben hayalimdeki kokoreci anlatayım. Aşağıda odun kömürü yanıyor, üzerinde ızgara, en üstte de kokoreç ağır ağır pişiyor. Bir dilim alınıp ızgaranın önündeki tahta alanda iki kalın bıçak yardımıyla et küçük parçalara bölünüyor, bu işlem sırasında da bol kimyon, biraz acı biber, tuz ve çok az kekik atılıyor. Domates, biber, soğan veya başka bir şey yok. Daha sonra içi alınmış yarım ekmek, ızgaranın üzerine damlamış et suyu ve yağa banılıp içine kokoreç konup servis ediliyor. İçeriğindeki önemli nokta et tadının bastırılmaması. Baskın domates biber kekik tadından, veya acıdan yediğim etin tadını alamadığım kokoreç bence başarısız bir kokoreçtir, bu yüzden Şampiyon Kokoreç’i güzel kokoreççiler ile birlikte anmadım. Kokorecin yanındaki ek malzemeler, kokorecin lezzetine ek boyutlar eklemeli, etin lezzetinin yerine geçmemeli. Aynı zamanda zaten yumuşak olmayan et, ızgara üzerinde uzun süre beklemeyip iyice sertleşmemeli. Bu kadar çok ince ayar lezzetli bir kokoreç yemek için engel mi? Tabi ki hayır; kokorecin lezzeti, önceden içilen bira sayısı ile doğru orantılı olarak artıyor :)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHe7LsAvhLwht7UiPIV_eGd60_I9G73qXtgnxVlxyKM5l3FcS3s932-V1SxhnQZgx-XkrWnB2ikLkleyFr8zvMUDgkcrl7JFKLt6qeNj6Mibw3qlUlslwCkplVMmAt3xO2FRCXRisUnM4/s1600/Image054.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHe7LsAvhLwht7UiPIV_eGd60_I9G73qXtgnxVlxyKM5l3FcS3s932-V1SxhnQZgx-XkrWnB2ikLkleyFr8zvMUDgkcrl7JFKLt6qeNj6Mibw3qlUlslwCkplVMmAt3xO2FRCXRisUnM4/s400/Image054.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484035670895091842" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCtKe3Ytpv4QsJy8rgDWWZQIh5CduHH9iEXlcp5lBKfDrzzZTN4Qajx9R415-dUNNg7FTunePLjYSzZ3bTBz5xvjKlHbVOPXVAbnHXosfhR-y3C7GT-ZMjgvolqNaXkQi-8OaYgtbhFy0/s1600/Image057.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCtKe3Ytpv4QsJy8rgDWWZQIh5CduHH9iEXlcp5lBKfDrzzZTN4Qajx9R415-dUNNg7FTunePLjYSzZ3bTBz5xvjKlHbVOPXVAbnHXosfhR-y3C7GT-ZMjgvolqNaXkQi-8OaYgtbhFy0/s400/Image057.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484035519481304098" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></p><div style="text-align: justify;">Kıtır’daki kokoreç, hayalimdeki kokoreç olmasa da temel özelliklerin hepsine sahip. Adana’dan getirilen etler yumuşak. Kekik, acı biber ve tuz oranı yerinde. Kömür ateşinde pişirmiyorlar, olsun, pizzayı da genelde odun fırınından yemiyoruz. Domates ve biber yok, ki bu benim beğendiğim bir şey. Ekmekleri son derece güzel; taze, ince ve çıtır çıtır, kokorecin önemli bir parçası olmuşlar. Kıtır’ın kokoreci tabii ki kaydadeğer bir şekilde yağlı ama rahatsız etmiyor, zaten her gün de yemiyoruz, dert değil.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Kıtır’daki kokoreç hakkında dediklerimin hepsi Tunalı’daki şubesi için geçerli. Park Caddesi’ndeki şubesinde birkaç kere yedim, ama hiçbirinde Tunalı’daki şubesi gibi yapmamışlardı. Bazen denge bozuktu, bazen etler hafif kömürleşmişti. Tunalı'daki kokoreç tutarlı; yıllardır ne zaman yesem aynı lezzet. O yüzden Tunalı’daki Kıtır’ı tavsiye ediyorum, bir akşamüstü yakın arkadaşlarınızla gidin, biranın midye dolmanın yanında şehirdeki en iyi kokoreçlerden birini de ihmal etmeyin.<o:p></o:p></span></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-48338303607945825792010-06-05T11:53:00.005+03:002010-06-05T12:28:20.039+03:00Lüfer tüm bolluğuyla boğaz sularına kavuşsun<div style="text-align: justify;">İki ay önce, Nisan'da, bir sürü lüfer Ege'den Marmara'ya geçip yumurtalarını bırakmaya başladı. Birçoğu yumurtasını bırakamadan avlandı ve sofralara geldi, çünkü şu anki mevzuat 14cm ve fazla boyu olan lüferlerin (ismen defne yaprağı, çinekop ve sarıkanat) avlanmasına izin veriyor. Sonuç olarak da lüferler gün geçtikçe tezgahlarda daha az görünüp daha pahalıya satılmaya başladı. Anlayacağınız, şu anki lüfer tüketimimiz sürdürülebilir değil, böyle giderse "Eskiden lüfer yerdik, ne güzel balıktı" diyeceğimiz günler de uzak değil.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Slow Food İstanbul - Fikir Sahibi Damaklar bu gerçek üzerine iki ay önce bir kampanya başlattı. Tedarikçileri 24cm'den ufak lüfer satmamaya, müşterileri ise 24cm'den ufak lüfer almamaya çağırıyorlar. Mehmet Gürs (Mikla), Murat Bozok (Mimolett), Musa Dağdeviren (Çiya) gibi şeflerin yanı sıra Divan Grubu, Park Fora, The House Cafe, Mezzaluna, Four Seasons, MidPoint gibi birçok restoran ve balıkçı da bu kampanyayı destekliyorlar, yavrulayamayacak boyda avlanmış lüferleri satmıyorlar.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaPJSBNmEhNNCcX_gZRBjD2SPlHsg7aGyJkioWDlrxVHN5AmCYBdx0pdDO_x2e29ESb9uCF5orQH7Az1jKQ1Eg8mNj6O26zCX77hB_BK5SWaYGzHulSeGWAccCVenRNwKcL93A2JiOlVs/s1600/Screen+shot+2010-05-03+at+9.35.51+AM.png"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaPJSBNmEhNNCcX_gZRBjD2SPlHsg7aGyJkioWDlrxVHN5AmCYBdx0pdDO_x2e29ESb9uCF5orQH7Az1jKQ1Eg8mNj6O26zCX77hB_BK5SWaYGzHulSeGWAccCVenRNwKcL93A2JiOlVs/s400/Screen+shot+2010-05-03+at+9.35.51+AM.png" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5479218678724406018" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 271px; height: 400px; " /></a></div><div><br /></div><div>Edmund Burke vaktinde "Nobody makes a greater mistake than he who does nothing because he could only do a little (Kimse, azbir şey yapabildiği için hiçbir şey yapmayan kişiden daha büyük bir hata yapamaz)" demiş. Etkisi az veya çok olur farketmez, geç de olsa ben de buradan herkesi 24cm'den ufak lüfer satın almamaya davet ediyorum.</div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-20843183071742848382010-05-01T12:46:00.006+03:002010-05-18T16:01:16.753+03:00Magnolia Pudding @ Cookshop<div style="text-align: justify;">Cookshop, yanlış hatırlamıyorsam Ekşi Sözlük’te okuyup İstanbul’da gidilecekler listeme aldığım bir restorandı. Yazılan yorumlarda özellikle Magnolia Puding denilen bir tatlıyı herkes çok sevmişe benziyordu. Eh, İstanbul’a gidince kaldığım Engin’in evine çok yakın bir yerde olduğu için iyice heveslenmiştim bu tatlıyı yemek için. İstanbul’a gitmeme gerek kalmadı, Cookshop İstanbul’daki beş şubesinden sonra altıncı şubesini Gordion’da açtı, açar açmaz da Quickchina’daki bir açık büfe seansından sonra tatlı için Engin ile Cookshop’a gittik. Magnolia Puding, cidden denildiği kadar güzeldi ve Ankara’daki en beğendiğim tatlılar listesine girdi.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Bu tatlıyı biraz araştırdığımda değişik bir hikayesi olduğunu öğrendim ve sevindim :) Ama hikayeye geçmeden önce puding ile ilgili biraz bilgi vermek istiyorum. Puding, İngilizce’deki pudding’den geliyor, pudding ise Fransızca’daki boudin’den geliyor, boudin ise Latince’deki botellus’tan geliyor. Bu al gülüm ver gülüm zincirini takip edebildiyseniz devam ediyoruz; boutellus Latince’de ufak sosis anlamına geliyor, pudingin anlamının et olması da Ortaçağ Avrupa’sında pudinglerde et kullanılması. Tuhaf değil çünkü uzun süre puding tereyağı, un, yumurta ve tahıllardan yapılmış. Yani tatlı bir yemek değil. Daha sonra zaman içinde süt, şeker, mısırunu vb. malzemeler ile yapılan bizim bildiğimiz çeşidi çıkmış.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Bu ön bilgiden sonra Magnolia Puding’in hikayesine geçiyorum. New York’ta Magnolia Bakery adında bir fırın/pastane var. Ünlü sayılabilecek bir yer, Sex and the City gibi birçok dizi ve filmde yer almış ve anladığım kadarıyla New York’luların çoğunun bildiği bir fırın. Buranın bir güneydoğu Amerikan mutfağı ürünü olan, Magnolia Bread Pudding adındaki muzlu pudingi ise çok meşhur. Menüdeki ve masadaki hali aşağıdaki gibi:</span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMMPTMcarsi_vtWyH_gupoX93bLzUVpQ8vYZkcrmbD-FO0-diJuAFVq_QH1jTG8E29BWgo4l23FGhhbwBsDLid70XpPrDgSZCESNMXr1sSxs0DcRCLSEix1AqqX20DI0DyjL_LAOJFDWU/s1600/pudding.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMMPTMcarsi_vtWyH_gupoX93bLzUVpQ8vYZkcrmbD-FO0-diJuAFVq_QH1jTG8E29BWgo4l23FGhhbwBsDLid70XpPrDgSZCESNMXr1sSxs0DcRCLSEix1AqqX20DI0DyjL_LAOJFDWU/s400/pudding.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5466236768118108802" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 248px; " /></a></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1WUGN6TrbPhfXBosOiWd8-cKKEi6EXMZyy2IbsKiWGUqTBd9tAnigATGsIf-h95roOPcNmXIAsATd9a9EJ_t-CU258RYIm_KuhEdfwTGWmx6ZD6_YnJpG0MphpGw5xt0UGE1GRplvEWY/s1600/mp.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1WUGN6TrbPhfXBosOiWd8-cKKEi6EXMZyy2IbsKiWGUqTBd9tAnigATGsIf-h95roOPcNmXIAsATd9a9EJ_t-CU258RYIm_KuhEdfwTGWmx6ZD6_YnJpG0MphpGw5xt0UGE1GRplvEWY/s400/mp.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5466236585235406770" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 317px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;">Karton bir kapta servis ediliyor ve hazır satılan dondurmalar gibi kaşık kaşık yeniliyor. İnternet'te okuduğum ve <a href="http://chanbong.blogspot.com/">Sibel</a>'in söylediğine göre içerisinde süt, toz vanilyalı puding karşımı, krema, vanilyalı pandispanya ve dilimlenmiş muz parçaları var. Birçok yerde şimdiye kadarki en iyi muzlu puding tarzı yorumlar vardı, doğru olabilir. Cookshop’taki Magnolia Pudding ise ismini, şimdiye kadar çoktan tahmin ettiğiniz gibi New York’taki Magnolia fırınının ünlü muzlu pudinginden alıyor.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Cookshop’taki Magnolia Puding ise biraz farklı; öncelikle çikolatalı, çilekli ve muzlu olmak üzere üç seçenekleri var, ve kedi dili yerine söylemesi komik yemesi zevkli Eti Cici Bebe kullanıyorlar :) Aşağıda kebapçı ağzıyla söylemek gerekirse karışık Magnolia puding tabağı var; soldan sağa çikolatalı, çilekli ve muzlu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIkMGgtbEQgNRPg7uLCfEb_3dY35055tFE72QCDFBZNEB9TBEKvQVEs65QY8Ubjh1gizkbZ-wsvwgrymu5xmQoRdfIrAg_dFQa9jMtbn_Ofk0Aa3z5MWO-AdHlalznBYDgFpDrgCN9Xik/s1600/Image210.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIkMGgtbEQgNRPg7uLCfEb_3dY35055tFE72QCDFBZNEB9TBEKvQVEs65QY8Ubjh1gizkbZ-wsvwgrymu5xmQoRdfIrAg_dFQa9jMtbn_Ofk0Aa3z5MWO-AdHlalznBYDgFpDrgCN9Xik/s400/Image210.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5466236301183450370" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;">Gördüğünüz gibi üzerine Cici Bebe kırıntıları serpilmiş :) Yanında getirdikleri kaşık ise süper; yusyuvarlak tam bir bebek kaşığı! İnsan bebek kaşığı ile Cici Bebe’li bulamaçımsı bir tatlı yiyince eskiye dönmüş gibi hissediyor, bu çok hoş. Bir tatlı uyduralım; “safran soslu vanilyalı dondurma, biberiye ile”. Menüde okuyunca insan merak eder ve heyecanlanır, önüne gelince nasıl yiyeceğini düşünür, farklı varyasonlar dener. İşte bazı yemekler lezzet hissinden fazlasını getirir, bu önemli bir özellik, ve Cookshop’taki Magnolia puding de benim için bu kategorideki bir tatlı.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Orjinal tarifteki gibi kedi dili yerine Cici Bebe kullanmaları bence son derece başarılı ve yaratıcı, orjinali ile arasında önemli bir lezzet farkının olduğunu sanmıyorum. Lakin daha fazla Cici Bebe kullanılabilir, çünkü puding ve kremanın birkaç kaşıktan sonraki bayan ağır tadını Cici Bebe hafifletiyor. Cici Bebe kırıkları direkt pudingle de karıştırılılıp kekli dondurmalara benzer bir şekil verilebilir, daha güzel olur mu bilmiyorum, denemek lazım. Cookshop’ın tabağı çok güzel, sol üst köşeye hiçbir işe yaramasa da biraz kakao serpmeleri çok hoş, ama ben açıkcası bu tatlıyı karton kap olmasa da derinliği olan bir tabakta yemeği tercih ederdim. Hem daha rahat, hem de konsepte daha uygun olabilir.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Ben en çok çileklisini seviyorum, Engin muzlusunu seviyor. Size de bol Cici Bebe’li karışık Magnolia Puding tabağı alıp farklı çeşitlerini denemenizi tavsiye ederim, değişik ve güzel bir tatlı.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR"><o:p> </o:p></span></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-29039573672682623602010-04-05T22:54:00.012+03:002010-06-10T16:25:24.208+03:00Soslu Soğanlı Dürüm @ Meşhur Özçelik Aspava<div style="text-align: justify;">Ankara’nın en sevdiğim yanlarından biri Aspava kültürüdür. Ankara’da, özellikle Esat başta olmak üzere Çankaya’dan Ümitköy’e kadar birçok yerde Yıldız Aspava, Meşhur Aspava, Yıldırım Aspava tarzı birçok aynı konseptte restoran bulabilirsiniz. Sanırım restorandan öte dürümcü demek daha isabetli olur, nitekim buralarda klasik yemek cacık, soslu patates kızartması, salata ve dürümdür. Birçoğu farklı çeşit yemekler de yapıyor tabiki ama bence Aspava’larda dürümden başka birşey yemek olsa olsa Hacıbaba’da pizza yemeğe benzer. Bu yazıda da, tam olarak 10 yıldır sürekli severek yediğim Aspava soslu soğanlı dürümünü yazıyorum. Mekan olarak Meşhur Özçelik Aspava’yı seçtim. Burasının lezzetli et, ince lavaş, zengin malzemeli nar ekşili salata, yoğun cacık ve patates bakımından diğer yerlere kıyasla biraz daha özenli olduğunu düşünüyorum. Not etmek gerekir ki eğer Özçelik Aspava olmasaydı Yıldız Aspava’yı tercih ederdim. Zaten açıkcası Aspava’larda sağlam bir tutarlılık yok. Bir gün dürümü çok beğenirken ertesi gün o kadar güzel gelmeyebiliyor. Yine de bu fark çok kaydadeğer bir fark değil.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">1988'de açılan Özçelik Aspava'nın, soslu dürüm furyasını başlatan lokanta olduğu söyleniyor. İlk yıllarında da bütün gece açık olan Özçelik Aspava'nın müşterileri daha çok müzisyen, taksici gibi gece çalışan kesimmiş. Denildiğine göre daha sonra Özçelik Aspava'nın sahibi olan kardeşlerden birisi, ekibin bir kısmın da alıp Yıldız Aspava'yı açıyor, birkaç yıl sonra Yıldız Aspava'nın aşçılarından birisi yanındaki Meşhur Aspava'ı açıyor, ve sonrasında başta Esat olmak üzere Aspava'lar ardı ardına açılmaya başlıyor. Müşteri kitlesi de yavaş yavaş gece eğlence dönüşü acıkan kesim oluyor.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Ankara’da gece 2’den sonra yemek yiyecekseniz temel olarak alternatifler çorbacı, aspava veya kokoreçtir. En azından bu alternatifler içinde benim çevremde en popüler olanı Aspava. Özellikle alkollüyken bu yediklerinizin tadı çok daha güzel oluyor :) Aspava’da dürüm domates soslu ve soğanlı servis ediliyor, ama isterseniz soslu soğansız veya sade de alabilirsiniz. Resimlerde bir ısırık alınmış 1,5 porsiyon dürüm ve dürümün yenilmeden hemen önceki halini görüyorsunuz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQemJefPhDucsuVs8xrQUrN25k7k18VvhWFtewtMUHD0VAzxpia6LhCAbaXgBb6SQ5RS33NVEAIUhWjtXKUEfjxBGd1GU8JlKgT2ATwCRqFPKsc5WJodN6urGdQX4xErTyump947NJ5ko/s1600/Image088.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQemJefPhDucsuVs8xrQUrN25k7k18VvhWFtewtMUHD0VAzxpia6LhCAbaXgBb6SQ5RS33NVEAIUhWjtXKUEfjxBGd1GU8JlKgT2ATwCRqFPKsc5WJodN6urGdQX4xErTyump947NJ5ko/s400/Image088.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5456746651293576930" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJSxJnOEiyfb0ejnd-8fv7hm6EL-3NIhL5zhwHnWWl-uYfjgGctg3zDlQG3ON4Wfvl0QRa1O80wl0vcwOta2gUk27Vkgomq3Ur2GDOnEbNax-K1utJof-eogDomeXcfVRhsJf8vU93WII/s1600/Image148.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJSxJnOEiyfb0ejnd-8fv7hm6EL-3NIhL5zhwHnWWl-uYfjgGctg3zDlQG3ON4Wfvl0QRa1O80wl0vcwOta2gUk27Vkgomq3Ur2GDOnEbNax-K1utJof-eogDomeXcfVRhsJf8vU93WII/s400/Image148.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5456745966319565618" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;">Domates sosu çok farklı ve özel değil; tahminimce salça ve margarinden yapılan uyduruk ve basit bir sos. Tereyağı, soğan veya sarımsak kullanıldığını sanmıyorum. Yine de tuhaf bir şekilde son derece lezzetli; bir keresinde cacık koydukları kapta domates sosu isteyip dürümümü bana bana yediğimi hatırlarım. Arkadaşlarımla uzun yıllar bu basit sosun nasıl böyle güzel tadı olduğunu düşündük ama bulamadık :) Aspava’da diğer dönercilerden çok farklı bir döner eti yok; araya kıyma ve bolca yağ serpiştirilmiş dana eti kullanılıyor, kuzu eti hiç konulmuyor. Bir yerde Özçelik Aspava’nın süt danası kullandığını okudum, ama açıkcası pek sanmıyorum. Süt danasının mevsimi olan bu bahar aylarında gidip denenebilir. Yine de sonuçta etin kalitesi ne çok güzel, ne de ortalamanın altı. Öte yandan eğer yoğun bir saatte gitmezseniz etler kurumuş olabiliyor, ama sanırım bu durum malesef döner etinin bazen kaçınılmaz kaderi. Bilkent 3 çarşısındaki Aspava gibi bazı Aspava’larda lavaş kalın ve hamurumsu oluyor, Özçelik Aspava’da tam tersine ince ve kenarları neredeyse çıtır çıtır; yağlı ve lezzetli bir lavaş. Soğan ise tuzla ovulduğunu tahmin ettiğim yumuşak kuru soğan. İnce lavaşın üstüne döner eti, onun üzerine lezzetli salça sosu ve incecik soğanları koyunca da dürümümüzü elde etmiş oluyoruz. Vedat Milor, doğru seçilmiş şarap yemekle birleşince “1+1=2 değil, 1+1=3 oluyor” der, bu dürümde ise bence benzer birşey geçerli. 1+1+1+1 bana kalırsa en az 6 ediyor :) Her ne kadar güzel bir kebapçı (Köşebaşı, Göksu vb.) kalitesinde malzeme kullanılmamasına rağmen sonuç olarak Özçelik Aspava’nın dürümü, biraz yağlı ama bence herkesin son derece beğeneceği bir yemek.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Zaman oldu sabaha karşı 5’te eve paket servis isteyip karnımızı doyurduk, zaman oldu finalden iki saat önce canımız çekti, Bilkent’ten Esat’a dürüm yemeğe gittik finale zor yetiştik; her seferinde Aspava’dan mutlu bir şekilde ayrıldım. Birçok arkadaşımda tespit ettiğim gibi bu yemek, kesinlikle müptelası olunabilecek bir lezzet. Yurtdışında yaşayan ne kadar arkadaşım varsa istisnasız hepsinin Ankara ile ilgili en çok özlediği şeylerden biri mutlaka Aspava dürümü oldu. Her ne kadar şimdiye kadar yemeyen olduğunu pek tahmin etmesem de herkese Özçelik Aspava’ya gidip bu lezzetli ve ünlü yemeği yemesini kesinlikle tavsiye ederim. Tutarlılık pek olmadığı için de şanslı bir gününüzde gitmeyi unutmayın!<o:p></o:p></span></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-72593844915392868802010-02-28T23:10:00.008+02:002010-05-15T13:33:40.962+03:00Moğol İşi Tavuk @ Quick China<div style="text-align: justify;">Genelde Quick China, SushiCo gibi pek bilindik olmayan mutfakları sunan restoranlara gittiğimde en tuhaf ve değişik yemekleri deniyorum. Açıkcası çoğunu beğenmiyorum, ama çok beğendiğim lezzetler de bulduğum oluyor ve sonuçta buna değiyor. Quick China’daki Moğol İşi Tavuk da bunlardan bir tanesi. Quick China’ya gittiğimde mutlaka bir porsiyon sushi yerim, yanına da aperatif birşeyler alırım. Bu aperatif, ben ve Engin için uzun yıllar Moğol İşi Tavuk olmuştur, ve kendisi bizi başka yemekler denemekten mahrum bırakmıştır :)</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Moğol mutfağı, iklim ve çevre gereği temelde süt ürünleri, et ve hayvansal yağ odaklı bir mutfak. Sebze ve baharat kullanımı sınırlı, ama coğrafi koşullar sayesinde Rus ve Çin mutfaklarından az çok etkilenmiş. Yine de bu et ve süt odaklı mutfakla, bol baharatlı ve biberli Moğol İşi Tavuk ile Moğol mutfağı arasında bir bağ kuramadım. Daha sonra Ankara’da Moğol mutfağı yemekleri yapan yerler aklıma geldi. Bu ve benzer birçok restoranlardaki, İngilizce’de Mongolian barbecue olarak geçen format şu şekilde: Etinizi seçiyorsunuz, sebzeleri ve diğer ek malzemeleri seçiyorsunuz, aşçıya veriyorsunuz ve aşçı hepsini wok’a benzer bir tavada pişirip size geri veriyor. Bu şekli ile Japon teppenyaki’sinden pek bir farkı yok. Nitekim ufak bir araştırma sonucunda, Dünya’nın geri kalanında da bu şekilde sunulan Moğol mutfağının, gerek içerik gerek pişirme şekli ile olsun gerçek Moğol mutfağı ile hiçbir alakasının olmadığını gördüm. Hatta kullanılan tavalar, günümüz Moğolistan’ında bile son derece yabancı. Bu pişirme ilk Tayvan’da ortaya çıkmış, ama neden Moğol işi demişler hiçbir fikrim yok. Kimisi Moğolların eskiden kılıçlar ile etleri kesip kalkanlarında pişirdikleri gibi eğlenceli şeyler söylüyorlar, kimisi itiraz edip atın eyeri ile sırtı arasında çiğ etleri sıkıştırıp sonra yediklerini söylüyor. Eh, aslında bakarsanız genelde az olan kanıtların sebep olduğu hayal gücü gerçeklerden daha ilginç oluyor. :)<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">İsimlendirme kaynağını bulamadığım Moğol İşi Tavuk’un tarifini, Bilkent şubesindeki bir garsondan aldım ve Quick China’nın bu yönetim anlayışını da takdir ettim. Müşterinin, yediği yemeğin içeriğini ve nasıl pişirildiğini bilmeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde bir et restoranına gittim, arkadaşlarım çok seveceğimi tahmin ettikleri ciğer yemem konusunda ısrar ettiler. Garsona bir porsiyon ciğer sipariş verdim, ve sordum: “Kuzu ciğeri mi yoksa dana ciğeri mi?”. Gelen cevap ne olsa beğenirsiniz; “O bilmemne ustamızın özel sırrı kendisinin tarifi” tarzı birşeyler. Davetli olduğum ve restoran sahibini tanıdığım için üstelemedim, ama ülkemizdeki bu paranoyak tavrı da bir kere daha açık bir şekilde görmüş oldum. Ne zaman yemeğin içeriğini sorsam, tuhaf ve sorgulayan bir bakış alıyorum birkaç saniyeliğine. O eti yiyecek olan ben olduğuma göre bir zahmet ne eti yediğimi de bilmeye hakkım olsa gerek. Ayrıca kızartılıyor mu, ızgara mı yapılıyor, zeytinyağı mı kullanılıyor fındık yağı mı, bütün bu detayların bana istediğim zaman belirtilmesi gerekli, “Birşeyler yaptık işte ne koyduk içine nasıl pişirdik boşver sen” veya “Ne o kendi restoranını açıp yemeğimizi mi çalacaksın” mantığı çok ilkel geliyor bana. Tekrardan Quick China’yı ve sahibi olan Üner Grubu’nu bu doğru felsefeleri için kutluyorum, ve Moğol İşi Tavuğun içeriğine geçiyorum.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Baştan belirteyim, Moğol İşi Tavuk, içindeki acı ve yoğun sarımsak ile ağır ve sakıncalı olabilecek bir yemek :) İnsanın birkaç saatliğine midesine oturuyor, ama tadı için bunu görmezden geliyorum genelde. </span><span lang="TR"><a href="http://blog-decalagehoraire.blogspot.com/">Damla</a></span><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">'nın da eklemeleri ile tarifin şöyle olduğunu öğrendim: öncelikle genelde tantuni yanında verilen cin biberi turşusu ezilip üzerine toz zencefil ekleniyor ve bu karışım tavuğa iyice yediriliyor. Diğer tarafta, yumurtaya tuz, sarımsak ve sulandırılmış biber ezmesi ekleniyor, taze limon suyu, Çin mutfağının vazgeçilmezi olan nişasta ve un ilave ediliyor. Unun nişastadan sonra eklenmesi önemli. Daha sonra tavuklar sosla karıştılılıyorve kızgın yağda kızartılınca ortaya Moğol İşi Tavuk çıkıyor.</span></p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1CJ0WOcpHzPKILSgb_65sSLrCApXmEuCKXTBtsOhb8Ly10mBLsFXd6XcI6Mweq7Qii1RlrvT3g0WJxcvKxJfFs3iAKrirlNivGr1hvrBolZtvtnjH6oBxW6LEjLB4ndAh1k0PIYmWkzw/s1600-h/Image138.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1CJ0WOcpHzPKILSgb_65sSLrCApXmEuCKXTBtsOhb8Ly10mBLsFXd6XcI6Mweq7Qii1RlrvT3g0WJxcvKxJfFs3iAKrirlNivGr1hvrBolZtvtnjH6oBxW6LEjLB4ndAh1k0PIYmWkzw/s400/Image138.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5444011866195955794" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></span></p><div style="text-align: justify;">Tavuğun yanında, patates püresi, limon, sirke, ve sarımsaktan yapılıp üzerine azcık yeşil soğan kıyılmış bir sos var. Moğol İşi Tavuk’a limon çok iyi gidiyor, o yüzden gelen bütün dilimi sıkıyorum ve bu sosu da hemen bitiriyorum. Ek olarak havuç ve salatalık rendesi geliyor. Zaten kuru olan havucu gereksiz buluyorum, arada salatalık yemek ise yemeğin acısını biraz alıp insanı ferahlatıyor. Moğol İşi Tavuk’un en çok hoşuma giden kısmı pişince dışı çıtır kalıp içi kremalaşan sosu. Tavuk parçaları aslında bakarsanız gerçekten küçük, ve o hafif kremalaşan sosla birlikte normalde yavan olan kuru tadını hiç almıyorsunuz, hatta kardeşimle uzun süre içinde tavuk olduğuna inanamamıştık. Tofu gibi çok yumuşak bir yemek yer gibi hissediyorsunuz, içinde et olduğunu anlamak ilk başta pek kolay değil. Acı sevenlerin hafif ekşi ve kokulu acı biber karışımını lezzetli bulacağını düşünüyorum. Dediğim gibi; acı ve limon sıkılınca ekşi olduğundan midesi hassasların yediği miktara, kaydadeğer sarımsaklı olduğundan ise herkesin yemek sonrası bulanacağı ortama dikkat etmesini tavsiye ederim, ki bu yemeğin sıkıntılı olan ve düzeltilmesi gereken tek noktası bu. Onun dışında, Quick China ve benzer restoranlardaki favori yemeklerimin başlarında olan Moğol İşi Tavuk, acı biberli kremamsı sosu ile farklı ve lezzetli bir tavuk yemeği olarak son derece güzel bir alternatif.</div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-9371820502641899432010-01-30T16:47:00.023+02:002010-06-24T15:22:06.652+03:00Döner @ Süha'nın Yeri<div style="text-align: justify;">Geçen yıl bir arkadaşımın heyecanla Süha’nın Yeri'nden bahsetmesi ile hemen buraya gidip döner yedim, ve eminim şimdiye kadar yediğim en lezzetli dönerlerden birisiydi. Daha sonra birkaç kere daha gidip denedim, hiçbir tutarsızlık yok, aynı güzellikte. Bu yüzden şehir dışından bir arkadaşım gelse, beni Ankara döneri yemeğe götür dese direkt buraya götürürüm. Sadece sumaklı soğan ve domates ile servis edilen odun ateşinde pişen kıymasız eti gerçekten dönerin hakkını veriyor. Süha’nın Yeri’ndeki dönere geçmeden önce dönerin hikayesi ile başlamak istiyorum, bu kadar yerleşmiş ünlenmiş bir yemeğin hoş bir hikayesi var.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Döner, Osmanlı Devleti zamanında 1850’lerde Bursa’da icat olmuş bir yemek. Yavuz İskenderoğlu’nun ailesi, ilk önce döneri buluyorlar, daha sonra da İskender kebap’ı icat ediyorlar. Eh, İskenderoğullarının Türk mutfağına katkısı gerçekten büyük olsa gerek. 1800’ler ve öncesinde kuzu ve koyun etini yatay bir şekilde, aynı Cağ kebap gibi pişirirlermiş. 1850’lerde Bursa’daki Mehmet Efendi Lokantası da bu geleneğe uyuyormuş. Mehmet efendinin oğlu İskender bey, hem işi farklılaştırmak, hem de etin dumanı etraftakileri rahatsız etmesin diye bu yatay pişirilen eti dikey olarak pişirmeyi öne sürer ve bunu uygular. İskender beyin dönen kebabı olarak tanınmaya başlayan bu yemek, bizim bildiğimiz döner kebap ismini alıyor. Döneri o vakitler pide üzerinde etlerin yanına konan yoğurt, salça ve tereyağı ile sunuyormuş, ki bu da İskender kebap’ın temellerini oluşturuyor. Domates ve dolayısıyla salçanın, 1600’lerde Güney Amerika’daki Aztek’lerden Avrupa’ya, 1800’lerde de Osmanlı Devleti ve Ortadoğu’ya geldiğini düşünürsek, dönerin bu ilk halini Osmanlı mutfağı ve Avrupa mutfağını birleştiren bir füzyon yemek olarak bile tanımlayabiliriz belki de! :)<o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><br /></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Şu an ülkemizde kabaca iki çeşit döner var; birinicisi etlerin arasına kıyma konularak hazırlanan ve etleri birbirine yapıştırdığı için kesildiğinde şerit şerit olan çeşit, ikincisi ise Ankara döneri diye tabir edilen, kıymasız, sadece etten oluşan yaprak döner. Kıymalı dönerler İskendercilerde ve çoğu dönercide kullanılıyor. Orjinali sadece kuzu ve koyun etinden olduğu halde şu an dönerlerin az bir kısmı yaklaşık %70 dana, %30 kuzu etinden, çoğu da sadece dana etinden hazırlanıyor. Niye kuzu eti koymadıklarını sorduğumda hep "Kuzu eti kokar, ve yağlı olur" dedi ustalar ama açıkcası ikna olmadım. Soğan suyu, tuz ve bazen domates ile bir gün dinlendirilerek terbiye edilen etler, şişe kıyma ile geçiriliyor ve iki birim etin arasına bir birim kuyruk yağı konuluyor. Yani aslında dönerin %30 kuyruk yağından oluşuyor. Bir de en tepesine kuyruk yağı koyarlar ki piştikce erir ve aşağı doğru akar, lezzet katar. Yani kısacası yediğiniz döner ya kıymalı, şerit şerit kesilen döner, ya da kesilince tiftik tiftik olan sadece etten yapılan dönerdir. Ufak bir not, bir de Bodrum döneri var, bu dönerde ise etlerin arasına biber, domates, patates, havuç gibi sebzeler konulup pişiriliyor. Bodrum’da yaşadığım yıllardan hatırlıyorum bu döneri ama tadını açıkcası pek hatırlamıyorum, <i>yemek lazım</i> :)<o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><br /></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Döner eti, aslında bakarsanız biraz şanssız bir et, çünkü uzun süre ateş önünde durabiliyor ve kesilmeyi bekleyen et kuruyabiliyor. Ete lezzetini veren de suyu olduğu için, bu kuru et pek lezzetli olmuyor. Sanırım bu yüzden dönerin en güzel yeri ilk pişirilip kesilen yeridir diyorlar. Lisedeyken dershane 12’de ara verdiğinde Kızılay’da Dedem Piknik’e giderdik, tam biz girdiğimizde döneri yeni ateşe veriyor olurlardı ve ilk dönerleri biz yerdik, o döner de bana çok lezzetli gelirdi, sebebi bu olabilirmiş demek ki.<o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><br /></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Gelelim Süha’nın Yeri’ne! Süha’nın Yeri, 152 yıl önce Ulus’ta, Saman Pazarı Saraçlar Çarşısında açılmış, 1986’da ise Bestekar’daki altı masalık ufak yerine taşınmış. Babamla gittiğimizde, kendisi duvardaki Süha bey'in fotoğrafını görüp "Ben bu adamı tanıyorum, Ulus'ta dönercisi vardı, dönerin içine çok karabiber koyardı" diye bir yorum yaptı. :) Süha'nın Yeri ilk açıldığından beri hiç el değiştirmemiş, halen bir aile lokantası, şu an büyük dedenin torunu işletiyor. Açıkcası dışarıdan bakınca hiç matah bir yere benzemiyor, yemek yiyecek yer arıyor olsam bile hayatta girip yemem. Ama belli bir ünü ve müşteri kitlesi sayesinde hep dolu. Hep dolu derken; Süha’nın Yeri 12’de açılıyor, 2’de kapanıyor, döner de yaklaşık saat 1.30 gibi bitiyor. O yüzden erken gitmek, veya telefon edip döner ayırtmak lazım. Peki neden böyle? Sebebi aşağıda anlatacağım üzere işin kalitesine önem vermekte yatıyor.<o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><br /></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Süha’nın Yeri'ndeki döner, Ankara dönerine yaraşır şekilde kıymasız, sadece etten yapılıyor. Eskiden kuzu eti kullanırlarmış, ama artık süt danası kullanıyorlarmış. Neden böyle bir değişiklik yaptılar bilmiyorum ama biraz kuzu eti kullansalar dönerin lezzeti artabilir gibi geliyor bana. Süt danası, tanım gereği sadece anne sütü, buzağı mamasından elde edilmiş süt ve belki biraz da arpa ile beslenmiş 6 ila 8 aylık danalara deniliyor. </span><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Bu etin özelliği çok yumuşak, yağlı, tadı hafif ve lezzetli, etinin rengi beyaza yakın, ve besin açısından zengin olması. Hem maliyetinin yüksek olması, hem de Türkiye'de et ithalatının yasak olduğu ve Emre Mermer gibi az sayıda üretici olduğu için pahalı bir et. (<i>Düzeltme: Et ithalatı yakın zamanda çıkan bir kanunla serbest bırakıldı</i>) Bu etten her gün sinirler ince ince ayıklanıyor; 10 kilogramlık etten 2 kilograma yakın sinir yaklaşık 2.5 saatte ayıklanıyormuş. Daha sonra küçük bir bıçakla ette delikler açılıp tuzlanıyormuş ve dinlenmeye bırakılıyormuş. Diğer döner etlerinden bir farkı da dinlendirirken soğan suyu, domates vb. hiçbir mamül kullanılmıyor, sadece tuz. Et, bir gün dinlendikten sonra da pişmeye hazır hale geliyor. Açıkcası, zaten pahalı olan etin yerine daha pahalı olan süt dana kullanılması ve kaydadeğer bir ağırlığının çöpe gitmesini düşünürsek, Süha’nın Yeri’ndeki dönerin kıyasla diğer dönerlerden pahalı olması çok da mantıksız gelmiyor.<o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="TR"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><br /></span></span></div><div class="MsoNormal"><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color:black;"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Genel olarak döner, biber, marul, domates, ve soğan ile servis edilir. İstanbul’da tuhaf bir şekilde patates kızartması ve turşu da koyuyorlar. Ankara yaprak dönerinde ise sadece domates ve soğan oluyor. Eh, böyle et varken bir sürü malzeme ile etin tadını bastırmaya çalışmaya gerek yok. Süha’nın Yeri’nde de döneriniz, yanında sumaklı domates ve soğan ile geliyor.<o:p></o:p></span></span></span></div><div class="MsoNormal"><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color:black;"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><br /></span></span></span></div><div class="MsoNormal"><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color:black;"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqGECU5Uc_Luh5_FdUA3n4UNp7lhhUPzMsKtMVyjOI69wniS8D4cR7Nt7cJxQGxBr9isyOA-u39ZgstwOafIBdXk_qSMYYSXuEJmsamjcgtZ3pxlcgh8_fNRPI9dS2ONK4XUt_fBpuqFY/s1600-h/Image105.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqGECU5Uc_Luh5_FdUA3n4UNp7lhhUPzMsKtMVyjOI69wniS8D4cR7Nt7cJxQGxBr9isyOA-u39ZgstwOafIBdXk_qSMYYSXuEJmsamjcgtZ3pxlcgh8_fNRPI9dS2ONK4XUt_fBpuqFY/s400/Image105.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5432545511870725170" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></span></span></span></div><div><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color:black;"><br /></span></span></div><div class="MsoNormal"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDbbh9CRJjKrZK-5MZKNUc20DLAWvQRdNlGUT7icI2HX_zLdZMzTctxrT7FDZqEGUrss0yAgy-GRzwcTGiUIVD1NLvtltjQB1rLYva9r4Y9G1D_0FXwhH1d0sAII6F21GJYyvSSUysDSA/s1600-h/Image001.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDbbh9CRJjKrZK-5MZKNUc20DLAWvQRdNlGUT7icI2HX_zLdZMzTctxrT7FDZqEGUrss0yAgy-GRzwcTGiUIVD1NLvtltjQB1rLYva9r4Y9G1D_0FXwhH1d0sAII6F21GJYyvSSUysDSA/s400/Image001.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5432545335213241586" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></div><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaAeG2Gq-kLUMvib9Ym6bdzCkQZR0cTERZVU4uwxWj7-NH9kJ8RZbz2bWBAMANS2cI-QqmPIamK2HC8FX0Zn6_q8XwRzNq2WiP_LKGdtTqa6ZybnJB_qERTWJSy_UQykxTitqmZZI-uRg/s1600/Image002.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaAeG2Gq-kLUMvib9Ym6bdzCkQZR0cTERZVU4uwxWj7-NH9kJ8RZbz2bWBAMANS2cI-QqmPIamK2HC8FX0Zn6_q8XwRzNq2WiP_LKGdtTqa6ZybnJB_qERTWJSy_UQykxTitqmZZI-uRg/s400/Image002.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5461481111546030562" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></div><div><br /></div><div class="MsoNormal"><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color:black;"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">Normalde, ilk resimdeki gibi servis ediliyor, ama yarım ekmekte isterseniz, içi oyulmuş ekmek içinde getiriyorlar. Bence karakteristik, orjinal ve hoş bir yöntem. Ben ekmeği daha az olduğu için ilk dediğim, yani açık şekilde yemeyi tercih ediyorum. İçine domatesleri ikiye bölüp biraz serpiştirip, biraz karabiber döküp, soğanın yaklaşık yarısını koyduktan sonra kapatıp yiyince, domates ve soğan destekli o güzelim etin tadını tamamen alıyorsunuz. Sumağın hafif ekşimsi asitli tadı, dönerdeki yağ tadının ağırlığını hafifletiyor. Hiç durmadan kesilen et kurumuyor, suyunu kaybetmiyor. Ette ve havada olan kömür kokusu ise açıkcası herşeyi tamamlıyor.<o:p></o:p></span></span></span></div><div class="MsoNormal"><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color:black;"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;"><br /></span></span></span></div><div class="MsoNormal"><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color:black;"><span class="Apple-style-span" style="font-family:inherit;">25 yıldır Ankara’da yaşayıp böyle orjinal bir Ankara döneri yememenin eksikliğini Süha’nın Yeri’ne gittikten sonra farkettim. Sizin de saate dikkat edip bu kömürde pişen kaliteli etten yapılan döneri yemeğe gitmenizi, yanında da dönerle yarışır bir lezzeti olan köftelerinin de tadına mutlaka bakmanızı tavsiye ederim.</span></span></span><span lang="TR"><o:p></o:p></span></div></div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-13128329337874857682009-12-27T12:34:00.005+02:002010-01-13T12:54:34.763+02:00Mercimek Çorbası @ Devrez<div style="text-align: justify;">Öncelikle söylemek gerekir ki çorba, Gastronomi’de fazlaca yeri olmayan bir yemektir. Mideyi doldurmak için, karın doyurmak için, ısınmak için, yemek başlangıcı lezzet olsun diye içilir. Ana yemek olarak herhangi bir çorba çeşidini pek göremezsiniz. Bir restorana itibar kazandırmaz, insanları o restorana gitmek için teşvik etmez; pizza yemeğe, kebap yemeğe gidilir ama çorba içmeye genelde gidilmez. Çorba odaklı restoranlar da zaten genelde alkollüyken gidilen İşkembe çorbacılarıdır. Bu gerçeklere rağmen şimdiye kadar ilk defa bir restoran, çorbası ile kafamda yer etti ve gider oldum. Devrez’de, bakır kapta tahta kaşıkla gelen mercimek çorbası, yapılış, içerik ve tad olarak yazıda anlatacağım üzere bilindik mercimek çorbalarından çok farklı.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Çoğu yemeğin hikayesini araştırınca ilginç şeyler çıkıyor, çorba da buna bir ististna değil. İlk çorbalar, su geçirmeyen kapların icat edilmesi ile M.Ö. 6000 yıllarında ortaya çıkıyor. Restaurant kelimesi, Fransızca’daki “</span><span style="mso-bidi-font-style:italic">restaurer”<i> </i></span><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">(yenileştirmek – İngilizce’de “to restore”) kelimesinden geliyor, ilk olarak da 16. Yüzyıl’da Fransa’daki sokak satıcılarının sattığı yoğun ve ucuz çorbayı tanımlamak için kullanılıyor. Yani restaurant, aslında ilk olarak bu çorbanın ismiymiş. 1765’te bir Paris’li girişimci, bu çorbaları satan bir dükkan açıyor ve bu sayede restaurant kelimesi zamanla şimdiki anlamına sahip oluyor.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Devrez, Esat’taki Aspava’ların çok yakınında, ve gece açık olması sebebiyle Aspava’lara alternatif bir mekan. Masa üstüne serptikleri yeşillikler (ki bu Üstünel köftecisinin icadıdır), çöp şişi ve çorbası, Devrez’i farklılaştıran özellikleri. Gördüğünüz gibi mercimek çorbasının görüntüsü de tadı gibi alışılagelmiş mercimek çorbalarına benzemiyor:<o:p></o:p></span></p><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0xMiitTiYAjnBRke5V5U1NwwK_UFFFrX1Kyho5_eNzpP2Xv-NOfw6j4QN3QQWHZpTuqYu3jN-auGRegU83hnYilRp5tdRc5W2DwvVxWHW_-ilX91K4eMuvpN6wyFIA5HRIyAOf3aLotg/s400/Image012.jpg" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5419862941509055810" /> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Çorbanın içeriğini sormadım, çünkü az çok eminim ve söyleyeceklerini de pek sanmıyorum. İki farklı kap kullanılıyor bu çorba için. Birinci kapta ilk önce ateşte zeytinyağına soğan atılıyor, üzerine et suyu ve kırmızı mercimek konulup pişiriliyor. Piştikten sonra da mutfak robotu ile krema kıvamına getiriliyor. Aslında buraya kadarki yapılan şeyler, az çok standart bir mercimek çorbası tarifi. Devrez’deki mercimek çorbasının sırrı ise ikinci kapta. Bu kapta ilk önce tereyağında un kavruluyor, üzerine sıcak su ilave edilerek krema kıvamına getiriliyor. Bu karışımın adı meyane’dir. İlk kaptaki mercimek karışımına meyane’yi ilave edip bir kere daha kaynatınca işte bu çok lezzetli mercimek çorbası hazır oluyor. Devrez de bu çorbanın üstüne kırmızı biber ilave edilmiş eritilmiş tereyağı döküp servis ediyor.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR">Çorba hafif değil, tek kabı insanı doyurabilecek cinsten, ama o kadar lezzetli ki her şeye değer :) Esat tarafından geçerken bir 10-15 dakikanızı ayırıp bu değişik ve güzel çorbayı tatmanızı şiddetle tavsiye ederim.</span></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-30062930104224367592009-11-15T16:57:00.009+02:002010-06-18T17:04:29.970+03:00Mantı @ Dostlar Mantı<div style="text-align: justify;">Meteksan Sistem ile ilişkim olduğu vakitler Dostlar Mantı ile tanışmıştım. Burası, Meteksan Sistem’in resmi olmayan restoranı gibi bir yerdi, zaman zaman bütün ekip toplanıp mantı yemeğe giderdik. Açıkcası çok fazla Kayseri mantısı tecrübem yoktur, daha önceden birkaç kere yedim ama öyle unutulmaz tadlar bırakmadı bende. Dostlar Mantı’nın mantısı ise Ankara sınırları içinde yediğim kesinlikle en güzel mantı. Aslında Sakarya’da bir iki yeri de duydum ama uzun süredir gitme fırsatım olmadı, aslına bakarsanız çok da farklı olacağını sanmıyorum.</div> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph">Öncelikle mantı tarihi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Açıkcası hamurla haşır neşir olan Dünya'daki her mutfakta mantıya benzer bir yemek mevcut. İngiltere'de dumpling, İtalya'da ravioli ve tortellini, Almanya'da Kloss hep mantı türevleri, kaldı ki bu ülkelerden öte İskandinavya'da, Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Asya'daki hemen hemen tüm ülkelerde, Çin'de, Kore'de, Amerika'da, Karayipler'de, Venezüela'da da hep mantı benzeri yemekler var. Mantı'nın kaynağı ise Orta Asya Türkleri ve Çinliler olarak geçiyor. Hatta Çin'de mantıya Mantou, Kore'de Mandu, Moğolistan'da ise Mantuu diyorlar. Orta Asya'da benim anladığım kadarıyla mantı genelde haşlanarak yeniliyor. Anadolu'ya ise Orta Asya'dan göçebe Türkler tarafından 11. yüzyılda getirilip, yoğurt ve domates sosu eklenmiş. Mantının Kayseri ile özdeşleşmesinin sebebi ise mantıyı getiren Türklerin Konya ve Kayseri civarlarına yerleşmiş olmaları olabilir. Eh, yoğurdun da mucitleri Türkler olduğuna göre mantıyı gerçek bir Türk yemeği olarak nitelendirsek yanlış olmaz herhalde.</p><p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph">Dostlar Mantı şehrin tenha yerlerinden birinde yer alıyor, öyle tesadüfen gidip keşfetmek zor bir ihtimal. Ancak oradan buradan duyup gidilebilir ki yeri de şehre uzak. Menüsü basit; mantı, Gaziantep dolmaları ve gözleme yapıyor. Dolmaları da çok güzel, eğer giderseniz ortaya bir karışık dolma tabağı söylemenizi tavsiye ederim.</p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Hemen hemen her mantı süzme yoğurt ile yapılır. Buna Aydın taraflarında kese yoğurdu denir, İzmir’de süzme yoğurt. Marketteki yoğurdu alın, tülbent tarzı pamuklu bir bohçanın içine dökün, bir yere asın, o yoğurt suyunu zamanla bırakır, geride kalan daha yoğun yoğurda ise süzme yoğurt denilir. Yoğurt suyu ekşi olduğu ve akıp gittiği için süzme yoğurdun tadı daha tatlıdır, mantı da süzme yoğurtla güzel olur. Ben açıkcası sırf mantı değil, hemen hemen her tür yemekte ve mezede süzme yoğurdu tercih ederim, çok da severim.</span></p><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLHPbOVYFBWe0Z6zK98aUbWeAlav2wzUzwMSi0JiGerX3wmEMuwB-Gs1_JY5KLe4LcYGcdzWQiPSpbwG0uU5W7n16OGf8LpgZt5bbX5SPHQpB3IllfqhKJKrCUhFyEAlzAQSN6pDbDhag/s400/Image136.jpg" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404344816436949506" /> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Evet, Dostlar Mantı’daki mantının görüntüsü hiç çekici değil. Çekicilikten öte iç açıcı değil. Domates sosunu bile ıskalamışlar :)<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Mantı’nın yoğurdu tam sevdiğim kıvam ve tad yoğunluğundaki süzme yoğurt. Benim için on numara. Sosu ise domates ve salça karışımı. Rendelenmiş domates pişirilip az miktarda salça ve ve makul miktarda tereyağı ile karıştırılmış. Mantı’nın hamuru bol yumurtalı, böyle olunca lapa lapa olmuyor ve ağızda kayıyor. Tadı da daha güzel oluyor tabiki. İyi mantı kötü mantı ayrımında bence hamurunun yumurtalı olup olmamasına da bakılmalıdır. Söylemeye gerek yok, hamur kalınlığı ve et miktarı son derece orantılı. Son olarak kıymasına geliyoruz, kıymada maydanoz, soğan, karabiber ve tarhun olduğundan eminim diyebilirim. Tarhun sert ve acımsı tadı olan Sibirya menşeili bir baharat, bu mantıda olduğu gibi bazen mantılara konuluyor. Onun dışında Fransız mutfağı yemeklerinde, köftede, birkaç çorbada, salatalarda ve soslarda da kullanılabiliyor. Garsona sorduğumda kıymanın içeriğini bana söylemedi, baharatlar var dedi sadece. Farketmediğimiz baharatlar olabilir tabi, onlara da açık kapı bırakalım :)<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-align:justify;text-justify:inter-ideograph"><span lang="TR" style="mso-ansi-language:TR">Eskişehir yolu, 100. Yıl gibi yerlerden hepimiz geçiyoruzdur, zamanını ayarlayıp ve üşenmeyip Dostlar Mantı’ya gitmenizi tavsiye ediyorum, son derece lezzetli bir mantı yiyeceğinizden şüpheniz olmasın.<o:p></o:p></span></p>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-90471509533769431502009-10-04T20:46:00.014+03:002010-03-26T15:35:56.471+02:00Katmer @ Gaziantep Altınşiş Kebapçısı<div style="text-align: justify;">Katmer, Türkiye'nin birçok yöresinde farklı şekillerde görebileceğiniz, hamurun yaklaşık 2mm kalınlığında açılıp, isteğe göre içine tatlı/tuzlu malzemeler konulduktan sonra 4-5 kez katlanarak saçta pişirilen bir yiyecektir. Örneğin Afyon'da tahin ile yapılır, İç Anadolu'da genellikle domates ve peynir ile yapılır, Sivas'ta peynir ve bazen patates ile, Gaziantep'te Antep fıstığı ve kaymakla, bazı yörelerde haşhaş ile, bazen de sade yapılır. Blog'un ilk tatlı yazısı olan Gaziantep Altınşiş Kebapçısı'ndaki katmer ise tahmin edeceğiniz üzere Antep fıstığı ve kaymakla yapılan çeşidi.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Altınşiş, ilk olarak Or-an'da Turan Güneş bulvarı üzerinde açıldı. Birkaç ay önce ise sahibi bu restoranı devredip Park Caddesi'ne taşındı. Daha önceden hep Turan Güneş'teki restoranda yemiştim katmeri, bu yazı için Park Caddesine gittim. Bahçenin kenarına katmer yapılan tezgahı ve fırını koymuşlar, güzel bir detay olmuş.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Katmer hamuru, baklava hamurunun arkası görünecek şekilde inceltilmiş hali. Ustalar hamuru havada savura savura inceltiyorlar ki bu <a href="http://www.youtube.com/watch?v=U50-2Qdp0SQ" target="_blank">izlemesi ilginç olan bir yöntem</a>. Hamur inceltilip katlandıktan sonra, üstüne parça parça kaymak, toz şeker ve hafif öğütülmüş Antep fıstığı konulur. Bir kere daha katlandıktan sonra saçta, fırında veya ender de olsa yağda kızartılır.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Altınşiş'te, Antep'ten getirtilen sade kaymak ve irmik kaymağı karışımı kullanılıyor. Tahminimce irmik kaymağı daha baskın, öyle ki tatlıyı yerken içindeki parçaları görüp peynir bile sanabilirsiniz. Katlarken ve malzemeleri koyarken az miktarda zeytinyağı hamura damlatılıyor. Katlandıktan sonra ise fırında pişiriliyor. Fırında pişmesi, bu tatlıyı hafif yapan en önemli özellik. Yağda pişmiş halini açıkcası düşünemiyorum. Eskiden odun kömürü ile ısınan fırında pişirilirmiş ama şimdi Gaziantep'te bile birkaç usta hariç kimse böyle pişirmiyor. Ankara sınırları içinde bildiğim kadarıyla böyle pişiren bir yer yok. Gaz ocağında kısa sürede katmer pişiyor, ve üzerine tekrardan bolca Antep fıstığı dökülüp servis ediliyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtjkHKUPAe35IxXqmWa82hKjnIfKldp6oYRKY-6rUzSQwpyAn6T7aV5_p7NSozfGAVhTDt_PogymZ2IxXDjEqLyrdcgzsCKCnxdOMPa1mK3oSPJYTI3fWrniobd89vYPxDBY3fIJ_Xwfg/s400/Image130.jpg" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5388812541447340946" /></div><div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIZPsiaD9D5EQVWfkqEwM9tcC5lYOyfrn3QvQs7JBHgjAeBQkv0iidXn0nQmoqrHTdGCDmttdAGIYUYiR7ynFfMVdIPhU7l3X38ni1_PMDEPtqzu-Lad_5TUOfsMbrd3KNo3QPTsHAQwA/s400/Image131.jpg" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5388811727484846802" /></div><div style="text-align: justify;">Çoğumuz gibi künefeyi ben de çok severim, ama çok iyi yapıldığından emin olmadıkça genelde yemekten kaçınırım çünkü çok ağır gelir, gerek yağı gerek şerbeti bakımından. Katmerde ise yağ sadece hamurda ve üzerine damlatılan eser miktardaki zeytinyağında var, şeker ise dediğim gibi içine serpiştiriliyor. Gerek içinde yüksek miktarda Antep fıstığı olması ile, gerek hafif olması ise katmer benim için ideal kebapçı tatlılarından birisi. Katmerin Antep'te sabah kahvaltıda da yenildiğini ekleyip, kaynağını bilmediğim bir katmer şiiri ile yazıyı bitiririm. :)</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><div style="text-align: justify;"><i>Güzeldir iştiyakınla, yanmadadır bu gönül</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Ey güzel taze yağlı, nefis kaymaklı katmer</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Kalmadı billah sabır, bir nebzecik tahammül</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Gel ey canların canı, gönül dermanı katmer</i></div><div style="text-align: justify;"><i><br /></i></div><div style="text-align: justify;"><i>Kayarak merdanede, süzülür de çıkarsın</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Yeşil fıstık içinde, iştahları açarsın</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Çiğnedikçe ağızda, lokum olup akarsın</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Gel ey yeşil fıstık, taze kaymaklı katmer</i></div><div style="text-align: justify;"><i><br /></i></div><div style="text-align: justify;"><i>Çok incesin şeffafsın, zarif bir gelin tülü</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Lale gibi rengin var, sanki has bahçe gülü</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Seni nasıl vasf'edem, acizdir kalem dili</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Gel ey canların canı, gönül dermanı katmer</i></div><div style="text-align: justify;"><i><br /></i></div><div style="text-align: justify;"><i>Haşa dünya taamı, cennet-i âlâ malısın</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Şeker desem ne mümkün, belki oğul balısın</i></div><div style="text-align: justify;"><i>İhsanı bol tanrının, kullarının yadısın</i></div><div style="text-align: justify;"><i>Gel ey canların canı, taze kaymaklı katmer</i></div></div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-78169415489060795952009-09-13T20:26:00.015+03:002010-04-06T00:22:06.927+03:00Enginarlı Kuzu Gerdan @ Çorbacım<div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p></o:p></span><span lang="TR">Çorbacım, Hoşdere caddesinin sonunda Atakule/Simon Bolivar kavşağına doğru çıkarken sağda bulunan bir mekân. Mekânın işletmecisi daha ziyade Türk Sanat Müziği yorumcusu Safiye Soyman’ın hayat arkadaşı olarak tanınan Faik Abi. Faik Abi medyatikleşmekten fırsat buldukça işinin başında duruyor, müşterisiyle ve mutfağıyla ilgileniyor. Çorbacım bence bir esnaf lokantası gibi. Biz de mahalle esnafı sayılırız zaten, gidiyoruz benmari vitrininden yemeğimizi seçiyoruz sonra masamıza geçiyoruz. Neyse dükkanı değil ürünü ön plana çıkartmak adına biz yemeğimize geçelim.<o:p></o:p></span><br /><div style="text-align: justify;"><br /></div></div><div style="text-align: justify;">Egeliler bilir; enginar Ege’de zeytinyağlı değil etli yenir, kuzu etli, un ve limon terbiyeli ve İstanbul ve Ankara’daki gibi yaprakları soyulmuş değil, yapraklarıyla. Körpe körpe böyle, dikensiz, süt gibi. İyi bir Egeli olarak ben de çocukluğumdan beri senede en fazla iki çoğunlukla da sadece bir kere yeme şansı bulabildiğim bazı seneler de hiç rastlayamadığım bu yemeğin peşinden epey koşarım.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcPhnuiAxzng1Iti4vzLjG82j1izyqquTc3SD1_g7bvUd_4wxz2bajXVD6VWrGMo5e5KN9c_VQjcA8toh0hNP9KUY-c_w5HOkqD9XPx8jmLygj9Os3Zi3y6QMYAUAvFy32GF7xEcq98iU/s320/DSCN2688.JPG" style="text-align: justify;margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; display: block; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px; " alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5381032257337822066" border="0" /></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Neyse böyle ortalama hafta içi günlerden birinde öğlen yemeği için gittiğim Çorbacım’da benmari vitrinine boş boş bakarken karşımda duran ustanın “Abi enginarlı gerdan da var seversen” sözleriyle hafifçe irkildim. Ankara? Bir şekilde etin eşlik ettiği bir enginar.. Enteresan dedim kendi kendime ve hemen sipariş verip gidip masama kuruldum. Yemek şu şekilde bir porsiyona irice bir bütün enginar altı parçaya bölünerek sığdırılmış, yanısıra önceden sıvı yağda iyice döndürülerek yavaş yavaş gayet güzel pişirilmiş sotelik kuşbaşı etten biraz daha iri gerdan parçaları. Gerdanın özelliği gayet tabi ki lifli ve kemikli olması ve kuzu etinin orta yağlı parçalarından birisi olması. Bence bu yemekte et olarak kuzu gerdan seçimi ideal çünkü karamelize rengi kazanması için kısa bir süre kavrulduktan sonra pişme süresi epey uzun olan enginarla beraber ağır ağır kaynayacak olan etin gerdan gibi robüst bir parça olması gayet makul görünüyor.<o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Yemek salçasız ve domatessiz. Bir güzellik de burada. Her ne kadar son senelerdeki esnaf lokantası eğiliminde yemekleri mümkün olduğu kadar kırmızı, bolca salçalı hazırlamak ağır bassa da Faik Abimizin ustaları bu yanılgıya düşmemişler ve domates tadıyla asla ve asla bağdaşmayacak olan enginarı sade pişirmeyi tercih etmişler. Enginara gelince gayet güzel seçilmiş, temizlenmiş, ayıklanmış (İzmir enginar yemeğinin aksine), tüysüz kılçıksız bu sürprizli yemeğe en nadide şekilde dahil edilmiş mükemmel bir sebze olmuş. Sadece acaba bu enginar bu yemeğe bütün olarak katılamaz mı? Acaba? Diye zaman zaman düşünmekteyim.<o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Bahsettiğim lokantada gayet doyurucu bir miktarda sunulan bu yemeğe eşlik etmek üzere maalesef fazla bir şey bulamayız damak tadına düşkün insanlar olarak. Belki azıcık bir beyaz pilav, belki sade bir cacık, ben kendi adıma yanına bir şey almadım. Hararetle tavsiye ederim efendim..<br /><br /><i>Not : Fotograf maalesef gerçek yemeğin fotografı değil. https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrHmYN4LLJAOHnPWNeZWRCJLH3EtF48COrNoLIf1XrRJuj5DExu8kZptHYViu7FfkoA8YgXb6sV_gAiT6DOV5iCfNWewusRzE5tAeD9slnjtYFaRFLnMBzABLRiuXuuGy06NT1KuoQd8k/s400/DSCN2691.JPG adresinden yüklediğim bir jenerik imaj. Müessese bu yemeği yapar yapmaz ve ben de denk gelince gerçeğinin fotografını yükleyeceğim.</i><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><i><br /></i></span></div><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><i>Not 2: Geçenlerde bu yemeği yemek için Çorbacım'a gittim, enginar mevsimi olduğu halde bulamadım. Eskiden bu yemeğin olduğunu hatırlayamadılar bile. Ümidim olmasa da umarım tekrar bu yemeği menülerine dahil ederler. - Deniz</i></span></div>taratorhttp://www.blogger.com/profile/14433626134413114008noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-36753288167284922202009-09-12T17:12:00.019+03:002010-01-18T00:20:07.116+02:00Sarı Pakize @ Şıpse Annemin Ev Yemekleri<div style="text-align: justify;">Elif'in tavsiyesi üzerine, Balgat'taki Şıpse Annemin Ev Yemekleri'nde Sarı Pakize adlı yemeği yemeğe gittim. Şıpse, Ege evleri gibi mavi-beyaz temalı, basit tahta masalı şirin bir yer. En azından böyle bir tarz oluşturmaya çalışmaları bile takdir edilesi. Genelde balıkçılarda gördüğümüz bir stil, hatta İstanbul'da Caddebostan Migros'un önündeki sokakta sağı sollu bu temada bir sürü ufak balıkçı vardır. Balgat'taki Şıpse, Olgunlar'daki restorandan sonraki ilk şubeleri. Şıpse, Çerkezce'de "Masal" demek, ve restoranda klasik Türk ev yemeklerine ek olarak Çerkez yemekleri de bulunabiliyor. Sarı Pakize kendilerine özel bir yemek.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Sarı Pakize, temel olarak da safranlı pilav ve kavurmadan oluşuyor. Yediğimden anladığım kadarıyla, ufak küpler şeklinde kesinlen dana eti, çok az miktarda soğan, domates ve salça ile kavruluyor. Daha sonra bu et, safranlı pilav ile karıştırılıyor. Yufkanın üzerine bir kap yardımıyla konuluyor ve yufka kapatılıyor. Yufkanın üstüne ise bir dilim kaşar, bir adet biber ve bir dilim domates konulduktan sonra üzerine hafif salçalı yağ sürülüp fırına veriliyor. Daha sonra ise etrafına, üstünde taze kıyılmış maydanoz olan domatesli bir sos dökülüp servis ediliyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZbuM3uW1pKRS4EIHik0jO1_4sU5nCrVw519Zxz60MbBYVXd6CArhR1f1AqprVtQaYfahACA0xmTRCI7lrpMDEuRaqGrpOfhL3mKe4qdI2cNKUvI9MVM5zOHlmNEYtdB-1VI2rMZZpALw/s1600-h/Photo204.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZbuM3uW1pKRS4EIHik0jO1_4sU5nCrVw519Zxz60MbBYVXd6CArhR1f1AqprVtQaYfahACA0xmTRCI7lrpMDEuRaqGrpOfhL3mKe4qdI2cNKUvI9MVM5zOHlmNEYtdB-1VI2rMZZpALw/s400/Photo204.jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYxWqbY9yVvv_CFLLtbZ7KwiwbjEtZSoxToAFPw2rMs2LKTdhPXZkm_DRBTd-vMszn1EzK3YP8MuVrBZs7kHeJIcwDAtKL5H-wO5-iWykTdGCAP7Ak_iHOLAq8DitF07OMkNDd5bkJQ1w/s1600-h/Photo207.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYxWqbY9yVvv_CFLLtbZ7KwiwbjEtZSoxToAFPw2rMs2LKTdhPXZkm_DRBTd-vMszn1EzK3YP8MuVrBZs7kHeJIcwDAtKL5H-wO5-iWykTdGCAP7Ak_iHOLAq8DitF07OMkNDd5bkJQ1w/s400/Photo207.jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><div style="text-align: justify;"><br />Bir <a href="http://en.wikipedia.org/wiki/Paella" target="_blank">paella</a> hastası olarak Sarı Pakize'yi de son derece güzel buldum. Safranlı pilav ve kavurma birbirlerine oldukça yakışmışlar, miktar olarak tam ayarındaki domates ise yemeğe hafiflik katmış, et ve pilavın oluşturabileceği bayık tadı alabilecek bir asidite sağlamış. Bu dengeyi sağlamak bence yetenekli aşçıların en önemli özelliklerinden birisi. Hafiflik demişken Sarı Pakize, tahminimden çok daha hafifti, zaten az yağ kullandıklarını yemeği yerken çok rahat anlıyorsunuz.</div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Eğer yolunuz Balgat tarafına düşerse, değişik ve güzel bir yemek için Şıpse'ye uğrayıp Sarı Pakize yiyebilirsiniz.</div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-41447977122447018582009-09-08T17:58:00.007+03:002009-10-11T11:19:59.638+03:00Kadayıflı Karides @ Kalbur<div style="text-align: justify;">Sıra geldi uzun süredir yazmayı istediğim bir yazıya. Bu yazıdaki mekan da yemek de birbirinden ilginç, o yüzden her ne kadar yemek odaklı yazılar yazmaya çalışsam da bu sefer mekandan bahsetmeden geçemeyeceğim.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Kalbur, hiç tereddüt etmeden söylüyorum ki şimdiye kadar gittiğim en iyi restoranlardan birisi. 20 yıl Or-An şehrinde yaşadığım için çocukluğumun belirli bir kısmı burada geçmiştir diyebilirim. Oran çarşısının alt katında, ufak bir salondan oluşur ve önünden geçseniz büyük olasılıkla farketmezsiniz. Farketseniz bile "zorda kalmadıkça burada yemem" dersiniz, halbuki orası 1990'dan beri özellikle siyasi hayatın önde gidenlerinin müdavimi olduğu, onlarca kendine ait inanılmaz lezzetli ve ilginç mezenin olduğu, bir hafta öncesinden rezervasyon yaptırmanızın gerektiği, Hürriyet gazetesince Türkiye'nin en iyi on meyhanesi, en iyi on mezecisi, ve en iyi on lokantasından birisi seçilen bir restorandır.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Bu yazıda yazacağım meze ise, Kalbur'un somon pastırması, kaşarlı karidesli somon sarma, karidesli kalamar ızgara, kaşarlı kalamar kızartması, balık köftesi, karides köfte, kalamar dolma, karidesli sigara böreği, ahtapot tandır, enginar pane, ızgara enginar, radika, kuşkonmazlı somon, balık mücver, balık içli köfte, balık döner, dil balığı dolması, balık mantı, balık sucuk gibi yemeklerinden seçtiğim kadayıflı karides. Akşam olduğu ve flaşlı çekilen yemek fotoğraflarını sevmediğim için bu fotoğraf ile idare edin artık :)</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiObYOGEX797SYeIOVlG_WDqppWRV5jyMmPCU_tZ3QaiGUXyiqa2b1Ju4MCIOg5yc1KxoqIyd4No3KvPSYztEkEhPVodsH_jJMHr9v4AG0cLXde2zDqUb-WDkC3Gy1op20YstpUNX6kcvg/s400/Image100.jpg" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5381040148437865986" /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Kadayıflı karides, Kalbur'da yediğim en iyi meze. Tabi ki diğer mezelerle güzellik olarak kaydadeğer bir farkı yok. Anladığım kadarı ile şu şekilde yapılmış; jumbo karides haşlanıp, kuyruğu dışındaki kabukları soyulmuş. Kadayıfın üstüne tereyağ dökülmüş, karideslere iyice sarılıp fırınlanmış. Servis edilirken ise ince bir kat rokanın üstünde sade olarak tabağa konulmuş.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Kadayıflı karides, tereyağına rağmen fırınlandığı için yerken hafif bir yemek hissi veriyor. Tereyağ, zaten karidesle son derece güzel bir ikili oluşturuyor, birlikte kullanıldıkları birçok başka mezeden de bunu anlayabiliyoruz. Kadayıfın kıtırlığı ile içerideki pamuk gibi karides tezatlığı ise bu ara sıcağın bir başka güzelliği. Kadayıf gerçekten de bu yemeği diğerlerinden ayıran ana unsur. Yemek, roka ile gelmesine karşın yerken pek ihtiyaç duymadım açıkcası, ama tereyağın ağırlığını, acı tadı ile dengeleyen bir role sahip.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Kalbur'da kadayıflı karidesi tatmanızı tereddütsüz tavsiye ederim.</div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-13601141233339501032009-07-07T14:46:00.024+03:002010-01-18T00:07:25.238+02:00Eggs Benedict @ The House Café<div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Eggs Benedict, yarım İngiliz muffin'i, genelde domuz jambonu (Ham) bazen de domuz pastırması (Bacon), suda haşlanmış sıvı yumurta ve Hollandez (Hollandaise) sos ile yapılan bir yemek.</div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Wikipedia'daki resmi aşağıdaki gibi:</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378310270828652738" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-9rfjZvkcWE_suiufzIPrH-fM2yxs5iy9rOM5fEFDBR0c4_duae0SMJAW4iDKV1AHWpglbLYKgTcpsbOu-jfiSI6pGqo3SGFqUx5xEb4D3WLJ_3ufDciCLOhelNugRTDkx2R_9bo66dA/s400/800px-Eggs_Benedict.jpg" style="cursor: pointer; display: block; height: 267px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px;" /></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Eggs Benedict'in ilk ortaya çıkışı hakkında temelde iki tane hikaye var, bunlardan ilk anlatacağım en yaygını. 1860'larda New York'taki Delmonico's restoranının müdavimlerinden bankacı Bay ve Bayan LeGrande Benedict sürekli aynı şeyleri yemekten sıkılıyorlar, şef Charles Ranhofer'ın bu siteme cevabı ise Eggs Benedict oluyor. İkinci hikayeye göre ise de 1894'te Lemuel Benedict adlı New York'ta yaşayan bir broker, akşamdan kalma halde Waldorf Hotel'e gider ve bu yemeği tarif edip ister. Otel restoranının şef garsonu ise tarifi çok beğenir ve menüye eklettirir. Bu blogu yazarken farkettim, amma değerliymiş şu yemeklerin mucitleri, soyadı Benedict olan herkes sahiplenmeye çalışmış. Soyadın Benedict ise git bir restorana, bunu biz bulmuş olalım de, restoran da isim salsın asıl burada yapılır diye, oh mis, win-win.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Muffin (Türkçesini çok aradım ama bulamadım), okuma yazma bilen herkesin yapabileceği un yağ şeker karışımından oluşan kek. Starbucks'lar sayesinde çoğu kişi aşina olmuştur zaten. İngiliz muffin'i ise, daha çok kahvaltılarda kullanılan bir hamurişi.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><img alt="" border="0" src="http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/f/f4/Imaginatorium-b02007muff.jpg" style="cursor: pointer; display: block; height: 300px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px;" /><br /><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Eggs Benedict'in orjinal tarifi ise şöyle: </div><div style="text-align: justify;">Muffin'i ortadan ikiye bölüp tereyağlayıp kızartıyoruz. İnce bir nokta; bıçakla kesmek yerine çatal veya elinizle keserseniz muffin'in yüzeyi artıyor, ve dolayısıyla lezzet de artıyor. Üstüne ısıtılmış jambonu (Canadian bacon - siz anlayın) koyuyoruz. Onun üstüne, ingilizcede "poaching" olarak tabir edilen (yine Türkçe'sini bulamadım) yöntemle pişirilmiş yumurta koyup en üstüne de hollandez sos koyuyoruz. Poaching, bizim çılbır denen yemekteki yumurta pişirme yöntemine benziyor; kaynamaya yakın suya sıvı yumurtayı koyuyoruz, beyazı pişip içi sıvı haldeyken çıkarıyoruz. Baktığım bir kaynakta şöyle tarif etmişti: "Sığ suda poşe edilmiş rafadan çılbır yumurta". Dağılmaması için kepçe gibi birşeyin içine yumurtayı koyduktan sonra suya atabilirsiniz, ayrıca suya biraz sirke dökmek de işe yarıyor. İlginç ve az rastlanan bir pişirme şekli gerçekten de, ama sonuç benim en sevdiğim yumurta oluyor; içi daha çok sıvıya kaçmış dışı pişmiş yumurta. Yine de bu tarifin asıl önemli kısmı Hollandez sos. Temel olarak yumurta sarısı, tereyağı ve limon suyu karışımının benimari üstünde sürekli çırpılarak ısıtılması ile yapılıyor, kıvamının da ne akışkan ne de çok koyu olması gerekiyor.</div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"><br />Biraz elitist veya züppe gelebilir ama The House Cafe, yemek seçerken dikkatli olunması gereken bir yer, çünkü yemeklerin çoğu ya çok sıradan ya da kötü. Ortamına ismine cismine kanıp yemek siparişi verip mağdur olduğum çok oldu :) Lezzet/Fiyat performansını geçtim, bazı yemekleri yarı fiyatı olsa bile tercih edilmez. Eggs Benedict ise, tesdüfen yediğimiz ve çok beğendiğimiz bir yemekleri. Farkettiyseniz bu blogda mümkün olduğunca orjinal tarife sadık kalan yerleri incelemeye çalışıyoruz. Burada bir istisna yapıcaz, çünkü orjinal sosta yeşillik olmamasına rağmen The House Cafe'nin Eggs Benedict'inde yeşil ve mor kıvırcığa ek olarak reyhan da var, ama açıkcası orjinal tariften daha çok beğendim ben.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378308797850322386" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtYBXhg8jg08juzyh1n6l6u6_O6Re2Vhjdf9Wy9M_TdBx1BQjjGk0SN-tMXhBHN6Hsbt-KP_MOozMGjVJYUjyehXHj9C_1KEpYggFdF5nfyDVqHZHm8vzH89dToQs6UyHn6-4cAcrjToA/s400/Image094.jpg" style="display: block; height: 300px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px;" /><br /><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><div><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378308470112485826" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibti3nkUut4o1iwq_R69Zf49LQWyFbE_mhrmkrWSaNjaphULTTnzF0czYkJv8O1uFI113a_sABAttmtE_lE6iwaRJP45qNQUEVgveBFtcMs1goHV7m4HgoGD805MUz9vwmIrUUU-DQ_BI/s400/Image095.jpg" style="cursor: pointer; display: block; height: 300px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px;" /></div><div style="text-align: justify;">Ekmek (muffin de kullanmıyorlar) ve domuz bacon arasına konulmuş yeşillik, yemeğin tadını hafifletiyor ki özellikle şu yaz aylarında önemli bir nokta bu. Ayrıca hafif ekşi yeşillik, yumurtaya ve sosa karşı koyacak asiditeyi oluşturup denge sağlıyor. Dediğim gibi muffin kullanmıyorlar, ya iki tane tost ekmeğini birleştiriyorlar, ya da şu büyük ekmeklerden bir dilim kesip kızartıyorlar. Ekmeğin üstünde hafif tereyağlı ve fesleğenli karışım sürüyorlar. Yumurtaların kıvamı ise mükemmel, kayısı denen kıvamdan biraz daha sıvı. Hollandez sos ise son derece başarılı, gerek tad gerek biçim olarak. Yemek ise aç giderseniz doyurucu, az buz birşey değil. Eggs Benedict yanında limonata veya meyve suları ise güzel gidiyor, ki The House Cafe bu konuda iyi.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Bir cumartesi veya pazar sabahı, şöyle değişik ve güzel birşeyler yiyim derseniz, sadece Eggs Benedict için The House Cafe'ye gitmeye değer.</div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-66650523928317629962009-06-10T11:36:00.033+03:002010-05-03T17:43:57.459+03:00New York Steak @ Butcha<div style="text-align: justify;">Butcha, Ankara'nın ilk popüler "Steak House"u. Tamamen bonfile, biftek, pirzola, köfte gibi et merkezli, ve son derece güzel dekorasyona ve yemeklere sahip. Geçenlerde uzun süredir yemeyi planladığım New York Steak'ı burada yedim, ve şimdiye kadar yediğim en güzel bifteklerden olduğuna karar verdim.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Her zamanki gibi yediğim yemeğe geçmeden önce hakkında biraz bilgi verelim. Biftek, Türkçe'ye "Beef Steak"ten geçmiş bir kelime :) Daha önceki yazımda dediğim gibi dananın sırtında, hareket etmediği için kassız ve yumuşak olan bir et. Süt danası veya daha yağlı olduğu için 7-8 yaş üstü sığırlardan yapılması tercih edilebiliyor. New York adını nereden aldığı ile ilgili kaydadeğer bir kaynak yok, zaten çoğu vakit "Strip Steak" olarak geçiyor, veya yapıldığı yerin adını alıyor Dallas Steak gibi. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Bu noktada biraz isimlendirme ve terminolojiye girmek istiyorum. T-Bone Steak, isminin geldiği üzere dananın sırtında kaburganın hemen bittiği yerdeki T şekilindeki kısmın kesilmesiyle yapılıyor. T'nin iki tarafında da et vardır. Büyük olan kontrfile, küçük olan bonfiledir. Porterhouse steak'te ise durum tersi; küçük olan kontrfile, büyük olan bonfile. New York, aslında T-Bone'un büyük olan, yani kontrfile kısmı. New York Steak, kemiksiz olduğu ve daha aşağıdan kesildiği için kıyasla daha az yağlı, ama kontrfile olduğu için anlayacağınız aslında biraz sert bir et. İçindeki yağın ise ete damarlı bir şekilde eşit dağılması ise tercih edilen bir özellik.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">New York Steak'in de diğer biftek çeşitleri gibi çok az pişmişten çok pişmişe kadar varyasonları var, en çok yenilen az pişmiş ve orta pişmiş. Az pişmiş bifteğin dışı gri-kahverengidir, belki 2 milimetre kadarı, diğer kısımları -ki çoğunluğu oluyor bu- sıcak ve pembedir, en ortası ise ılık, kırmızı ve belki çok az kanlıdır. Çok yumuşaktır, suludur, rahat yenir, ve lezzetlidir. Orta pişmiş, dışarısı pişmiş ortası pembe biftektir. Çok pişmiş ise adı üstünde çok açıklamaya gerek yok; susuz ve kıyasla serttir, bu tarz etleri de çok pişmiş yemek genelde ziyan etmeye eş oluyor. Ben her zaman daha lezzetli geldiği için az pişmiş yiyorum, ama gördüğüm kadarıyla genelde tavsiye edilen orta-az pişmiş seviye.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Ülkemizdeki dana etleri, açıkcası baştan dezavantajlı. Vedat Milor, bir yazısında buna değinmişti. Ona göre üç tane sebebi var, birincisi dana'nın ülkemizde eti için değil sütü için beslenen bir hayvan olması. İkincisi dana'nın kapalı yerde kalıp hayvansal yem ile beslenmesi. Dağda otlayıp kekik vb. otları yiyen dananın tadı daha güzel oluyor. Son olarak, kesilirken kanın iyice dışarı akıtılması lezzeti olumsuz etkiliyor. O yüzden Milor'a göre Türkiye'de yediğimiz dana etleri, bir Fransız Charolais, bir Amerikan Angus veya bir Alman-İsviçre Simmenthal ayarında olmuyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Kuru dinlendirme adı verilen bir et terbiye yöntemi var. İngiltere ve Amerika'da çok olmasa da kullanılan, ama Türkiye'de çok az uygulanan bir yöntem. Az uygulanmasının en büyük sebebi maliyeti, bu yöntemde et ağırlığının %20 ila %30u kayboluyor. İşlem ise şöye; et 4-6 hafta arasında, %86 nemde, 2 derece sıcaklıkta bekletiliyor. Bu sürede etin içindeki enzimler, etin kas lif vb. dokularını parçalıyıp yumuşaklık katıyor, lezzetsiz proteinler lezzetli amino asitlere parçalanıyor. Ayrıca et suyunu kaybedip küçülüyor ve tadı daha yoğun oluyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: center;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMygxgJM4bfJ4t9ZfXpzsSPtNoDQsOc2uZNqXeG57J8aaUXKXIpIsTU8azDbd8riijAUWRIoCHYlakpTvR6tTlTrkpNprPXUkcpPvjjBuUR3elHAy53CalaEGZuiPBU9GjJQ26nw4Jsjo/s400/Image035.jpg" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5346159000670834930" /></div><div></div><div style="text-align: justify;">Butcha'da, Dallas Steak, New York Steak ve Porterhouse Steak, kuru dinlendirilmiş etlerden yapılıyor, pişmeden önce ise deniz tuzu ile marine ediliyor. Bütün etler bir yaşını doldurmamış erkek danadan, dallas steak ise bir yaşını doldurmuş dişi danadan elde ediliyor. Tabakta biftek, hafif soğanlı amerikan patates, fasülye, soya filizi, havuç, karabiberli bir sos ve isteğe göre acılı veya acısız hardal oluyor. Yüksek ateşe atılınca et zırhlanıyor; hızlıca pişen alt ve üst yüzeyler etin suyunun içeride kalmasını sağlıyor. Fotoğrafta gördüğünüz gibi ızgarada pişiyor ve ızgaranın bütün tadını alıyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhz2mdbC5_HGpUrDPUTTgBKsg5wZtefsMtf0dX5DiUqQfF57PLGXMqt_6eJ2dTSZZ6wNIs4B4wpn7mnM9DT_11eh5tHjB9GSOFUxG1cHJIHKI18tx6F4zS_H9H8p8NXNZxll5zrDYB7ja8/s400/Image038.jpg" style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5346158392576928434" /><div style="text-align: justify;">New York Steak'imi az pişmiş istedim, yumuşacık, sulu ve lezzetli bir şekilde geldi. Ya yiyemezsem riskine girmek istemezseniz orta pişmiş sipariş vermenizi tavsiye ederim. Kuru dinlendirilmiş eti işte böyle doğru bir biçimde pişirince suyu ve kanı etin içinde kalıyor. Halbuki ıslak dinlendirilmiş olsa tabak et suyu içinde kalırdı. Kemiksiz 300-350gr ve kalın bir et. Yediğim en lezzetli etlerden biri olduğuna eminim. Fasülye ve havuç, çevremizde pek rastlamasak da bu tarz bifteklerin yanında gelen klasik garnitürler, ve biftekle birlikte şaşırtıcı bir şekilde iyi gidiyorlar. Butcha, bu garnitürleri açıkcası çok yağlı pişirmiş, daha az yağlı olsa tam ideal kıvamda olacaklar. Yine de ete konsantre olmuşken bu detay çok da rahatsız etmiyor. :)</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Eğer ete düşkünseniz ve Ankara'daki güzel et yemeklerinden birini yemek istiyorsanız, Butcha'ya gözünüz kapalı gidebilirsiniz.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><i>Güncelleme:</i></div><div style="text-align: justify;">Geçen günlerde Butcha'ya iki arkadaşımla gittim. Ne yesek diye kasap reyonuna bakarken sahibi geldi ve bize az bulunan, bilmemkaçyüz danada bir çıkan 'damarlı bonfile' tavsiye etti. Buradaki 'damarlı'dan kasıt, yağın, etin içinde şerit şerit eşit bir biçimde dağılmış olması demek. 'Damarlı' yerine 'yazılı' da denebiliyor. Eti gördük, plastik bir koruyucuda zeytinyağlı bir karışım içinde tutuluyor. İki kişilik bir yemek, ve menüde yer almıyor. Kendisi karabiberli bir sos, Cafe de Paris sos, barbekü sos ve önceden bahsettiğim garnitürlerle birlikte orta pişmiş olarak geldi. İsmi olmayan bu yemek, yediğim ender lezzetteki etlerden birisiydi. Diğer arkadaşıma New York steak tavsiye etmiştim, o kendi yemeğini daha çok sevdi ama bence bizim yediğimiz çok daha güzeldi :) Doğal olarak New York steak'e kıyasla daha iyi pişmişti ama son derece yumuşaktı. Açıkcası tadı bozulmasın diye birlikte gelen soslardan neredeyse hiç yemedim. Eğer iki kişi birlikte yemek yemek isterseniz, bu isimsiz yemeği bir sormanızı tavsiye ederim.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzARFrlijWBff6xtP2ZE5sOULQOVf9BO13EHDsmGLXxFp6ss3Xg3OvOrftc01wTUS6XU8aBx9Hy1NmdBReON8wKViw6g8D5lIj0lIaN4vEWbiPCoOqHk74kV4sArjRraj2C8z21QXgTZE/s1600-h/Image047.jpg"><img style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzARFrlijWBff6xtP2ZE5sOULQOVf9BO13EHDsmGLXxFp6ss3Xg3OvOrftc01wTUS6XU8aBx9Hy1NmdBReON8wKViw6g8D5lIj0lIaN4vEWbiPCoOqHk74kV4sArjRraj2C8z21QXgTZE/s400/Image047.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5355726101495339794" /></a><div style="text-align: justify;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjG2iC-hbCoVUsQXSQRZBLjPfOgojA5uq0zvllq2E71N9TIwl9YT3AAG5FzGsNCGubUWVEz08wYPctkDYgfOkT5uEIze-tP9_9C6BjTszOG2Omo3mnO73goLP1_0ePHq0RAV0F76lDL1Jc/s1600-h/Image048.jpg"><img style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjG2iC-hbCoVUsQXSQRZBLjPfOgojA5uq0zvllq2E71N9TIwl9YT3AAG5FzGsNCGubUWVEz08wYPctkDYgfOkT5uEIze-tP9_9C6BjTszOG2Omo3mnO73goLP1_0ePHq0RAV0F76lDL1Jc/s400/Image048.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5355726431217193826" /></a>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-56424330506237818562009-06-05T22:05:00.010+03:002010-03-04T17:22:28.782+02:00Café de Paris Soslu Bonfile @ Café de Paris<div style="text-align: justify;"><span style="font-size:x-small;">Geçenlerde bir arkadaşımın Cafe de Paris soslu bonfile yemesi üzerine bu sosun yapılışını ve hikayesini merak ettim. Cafe de Paris soslu bonfile, gerçekten de sık sık, farklı konseptlerdeki yerlerde karşımıza çıkan bir yemek.</span><br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: center;"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5342831926839700530" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEja0MYuF0bor5WJ6ZxTj_vL_JDuZQd78IgCNLWgAZHrHge_N7r_ze1xCz_795j9PkQEBaIzcOxo8lABNg6TosWLkKpYzBExoaYw0b4zT_CplhTez-1Qbd2QjL30a9NrHSo7A88g5PILAp4/s400/Caf%C3%A9_de_Paris_(Gen%C3%A8ve).jpg" style="cursor: pointer; display: block; height: 264px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px;" /><br /></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size:x-small;">Peki neymiş hikayesi? Cafe de Paris sosu, 1930'larda Cenevre'deki Cafe de Paris'te icat oluyor. Restoranın sahibinin kayınpederi bay Boubier bu sosun mucidi olarak kabul ediliyor. 1940'larda ise, restoranın tren istasyonunun dibinde olmasının da etkisiyle sos iyice popülerleşiyor. Şu an Cafe de Paris, anlaşmalı olduğu Dünya'nın birçok ülkesindeki restorana ise Cenevre'den bu sosu periyodik olarak gönderiyor.</span><br /></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size:x-small;"><br />Araştırmalarım sonucunda bu restoranlardan birisinin, İstanbul'da Teşvikiye'deki L'Entrecote de Paris olduğunu öğrendim. Ankara'da ise orjinal sosu alan bir restoran görünmüyor, ama bu işi en ciddi yapan yer olarak Çankaya'daki Cafe de Paris'i buldum. Tahmin edeceğiniz gibi Cafe de Paris'i ellerinden geldiğince orjinaline sadık olarak yapıp sunuyorlar. Garsonları ile konuşmamdan öğrendiğim kadarıyla, Cafe de Paris 1991'de ilk açıldığında fransız bir kadın sabihiymiş, Fransa'dan sosu getirtiyorlarmış. Daha sonra zaman içinde aşçılar bu sosu çözmüşler ve kendileri yapmaya başlamışlar.</span></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><div class="separator" style="text-align: justify;clear: both; ">Cenevre'deki Cafe de Paris'te tek menü var var: Cevizli özel soslu salata, üç servis patates kızartması, ve soslu bonfile. Sırasıyla İngilizce ve Fransızca orjinal isimleri ile; <i>Sirloin Steak Cafe de Paris (180gr), Fresh French Fries (3 services), Green Salad * Entrecote Cafe de Paris (180gr), Pommes Frites (3 services), Salade Verde. </i> Dolayısıyla Cafe de Paris soslu bonfile'nin de bu işi ciddi yapan restoranlarda klasik bir sunumu var: Soslu bonfile, patates kızartması ve salata. Bonfile, dananın en az hareket eden kaslarından; dolayısıyla da en yumuşak olan kısımlarından birisi. Yine de not etmek gerekir ki; İngilizce'de Sirloin, Fransızca'da Entrecote olarak geçen kısım aslında kontrfileye; bonfilenin (tenderloin) yukarısındaki ve antrikotun devamındaki sırt kısmına denk geliyor. Yani orjinal tarife göre bu yemek aslında Cafe de Paris soslu Kontrfile. Böyle olması da aslında çok mantıklı, Cafe de Paris sosunu antrikotla kullanmak gereksiz zaten antrikot yağlı ve lezzetli bir et. Bonfile ve kontrfile, antrikota göre daha az yağlı etler, hatta kontrfile daha sert, bu yüzden bu iki eti sosla pişirmek tercih edilebiliyor.</div><div class="separator" style="text-align: justify;clear: both; "><br /></div></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size:x-small;"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5342831239360482018" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuFTY_Eocahh1fWmQyW5YcfTYcN7ghjtIBoE3ES-auskt_fZpL8rASIIWTlpI3z9PJ3A4dOCdmrHsUURs4vYIfkhkM6JO50jCua8kPlpWMiU6fF1V3Swk1VDcGGEBbM9jnYGqcK1XNzB8/s400/Dana_eti.png" style="cursor: pointer; display: block; height: 240px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px; " /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size:x-small;"><i>Yukarıdaki resimde malesef bir hata var, turuncu renkli kısım bonfile değil; antrikot.</i></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size:x-small;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj01gWcKzGHQf-KLa-m9RSi3PZqfro3oZWzRmPpAh8l6Gp9yVK90Vuqn4lLGtb3Zypc1Ichvcr7AE65BI6oR4IHDtspaFAqx2WcVnzZ2vwEH8NeurvdfWupXhcorsiAeVpCAHhry7d2pmE/s1600/300px-BeefCutSirloin.svg.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; "><img alt="" border="0" height="236" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5431512347156966530" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj01gWcKzGHQf-KLa-m9RSi3PZqfro3oZWzRmPpAh8l6Gp9yVK90Vuqn4lLGtb3Zypc1Ichvcr7AE65BI6oR4IHDtspaFAqx2WcVnzZ2vwEH8NeurvdfWupXhcorsiAeVpCAHhry7d2pmE/s400/300px-BeefCutSirloin.svg.png" width="400" style="cursor: pointer; display: block; height: 240px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px; " /></a></span></div><div><br /></div><div style="text-align: justify;">Cafe de Paris soslu bonfile'nin düzgün bir yere giderseniz 3-4 pişirme seçeneği ile sunulacağını tahmin ediyorum, benim tercihim genelde daha sulu ve yumuşak olduğu için az pişmiş oluyor ama asıl tavsiye edilen orta-az pişmiş et. Salata değişken, sabit bir salata yok bu yemeğin yanında verilen, tamamen restorana kalmış bir seçim.</div><div style="text-align: justify;"><span style="font-size:x-small;"><br /><span style="font-size:x-small;">Gelelim sosa. Cafe de Paris sosu gerçekten karışık bir sos. Öncelikle, Cafe de Paris sosu, lisanslı ve gizli bir sos, içindekiler asla Cafe de Paris tarafından ifşa edilmedi, o yüzden sadece tahminler var. İçinde 24 çeşit baharatı da içeren 41 çeşit farklı tad olduğu söyleniyor. Sos ise aslında ikiye bölünüyor, sıvı olan kısım ve özel tereyağı. Denilene göre ilk önce sos hazırlanıyor, ardından özel baharatlı tereyağı bu sosta eritiliyor. Le Monde'a göre, sosun içinde tavuk ciğeri, kekik, krema, beyaz Dijon hardalı tereyağı, tuz, ve biber var. Cafe de Paris tereyağı ise çok daha zengin; hardal, yabani k</span><span style="line-height: 19px;"><span style="font-size:x-small;">ekik (marjoram), dereotu, biberiye, tarhun, biber, kapari, frenk soğanı, köri tozu, maydanoz, arpacık soğanı, sarımsak, Worchestershire sosu, ançuez vs.. Gördüğünüz gibi pek de evde yapılası bir sos değil. :)</span></span></span></div><div><span style="line-height: 19px;"><br /><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5342825156412143026" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3U6l9uktvGr7u_hsM40zosD8PT8NLKdzpgAPvoi_7ZUjdLtA-VWLjjqQS57Xuqs2OEvReW7lUM-fp7YfdR5laEgQSmYcOlGXcHlnTJHAxV7ZsByFe1oEywvXBB65H6FIARLWiB5M5-dM/s400/Image025.jpg" style="cursor: pointer; display: block; height: 300px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px;" /></span><br /></div><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5342822100804643906" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9qTshgwyo5mdLllVOCMNpXNyYKMX8aXrKo8TNsxbrziaueDAOkemUfQflv-pZ-yWHtfl7UggoA4K3Mne1ORDDW0D1QS9ZYMpTsREgeJLjYJy77wEvDSgDZVNiyVJM5f8wvJHdiiUklmk/s400/Image024.jpg" style="cursor: pointer; display: block; height: 300px; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; margin-right: auto; margin-top: 0px; text-align: justify; width: 400px;" /><div style="text-align: justify;"><span style="line-height: 19px;"><span style="font-size:x-small;">Cafe de Paris'te bonfile, tam sunulması gerektiği gibi. Bir tepsi üstünde bonfile parçaları, sosa batırılmış halde geliyor. Altında ise mumlar, etleri sıcak tutuyor. Fotoğraflar kandırmasın, o sosun içinde görünmeyen bir sürü bonfile parçası var. Aslında orjinal Cafe de Paris, bütün bir eti 4 parçaya keserek servis ediyor, Ankara'daki Cafe de Paris ise gördüğünüz gibi birçok ufak parça şekilde servis etmeyi tercih etmiş. Aslında sosun tadı daha fazla alınacağı için iyi bir tercih gibi görünüyor. Sos son derece güzel, içinde bir sürü değişik baharat olduğu belli. Tahmin edeceğiniz gibi ağır ve yağlı bir sos, ama bu içindekilere bakılınca anlaşılabilecek birşey. Eti az pişmiş istedim, çok güzel tutturmuşlardı. Dediğim gibi patates de geldi yanında. Genel anlamda, ağır olması yüzünden her zaman yenilecek birşey olmasa da, Cafe de Paris'teki Cafe de Paris soslu bonfile farklı ve güzel bir seçenek.</span></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="line-height: 19px;"><br /></span><br /></div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-10840278476924684242009-05-24T13:23:00.019+03:002010-03-08T10:46:22.010+02:00Buffalo Wings @ Num Num<div style="text-align: justify;">Gelelim Ankara sınırları içinde en sevdiğim yemeklerden birisine. Çoğu yemeği baya başarılı olan ve bir ara kendisi için de yazı yazacağım Num Num, Panora'da en üst katta sinemanın yanında, Amerikan/İtalyan mutfağı temalı bir cafe. Buffalo Wings ise iki kişilik yemekten önce atıştırılabilecek, veya bira yanında gidebilecek az acı çok lezzetli bir seçenek.</div><div style="text-align: justify;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;">Num Num'daki Buffalo Wings'e geçmeden önce bu yemek hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Buffalo Wings; Amerika menşeili, Amerika'daki orta ve alt sınıf bir çok restoranda barda bulunabilen popüler bir yemektir. BW3, TGI Firday's, Chilli's gibi birçok zincirde ve pizzacıda, farklı çeşitleri ile vardır. İsmini ise New York eyaletindeki Buffalo şehrinden alır. Buffalo Wings'in çıkışı ile ilgili malesef dört tane efsane var. Anlatcağım hikaye ise en çok kabul edileni.</span></div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHF1VyOjNliZ8nAFgBx63qnQAevzKrkVHQz6gJ-dqABibwPAKZmRxBqtwNHzBtHkfKD_kokMHCIX9L9gTAYbcpTU4eT5nT5lunYk7YslWcSRUwdEY3eq2jRA7Mdx2lcahGLTqAjVRtFGE/s400/AnchorBar.jpg" style="text-align: justify;float: left; margin-top: 0px; margin-right: 10px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; cursor: pointer; width: 400px; height: 255px; " border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5339339661819607378" /><div style="text-align: justify;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;">3 Ekim 1964 yılında, Buffalo'daki Anchor Bar'ı kocasıyla iş</span><span class="Apple-style-span" style="line-height: 19px; "><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;">leten Teressa Bellisimo'nun, haber vermeden gece gelen oğlu Dominic ve birçok arkadaşı için çabuk bir yemek yapması gerekir. O an aklına tavuk kanatlarını kızartıp acı cayenne biberi (Türkçesi arnavut biberi olabilir emin değilim) sosuna atmak gelir. Kanatları küflü peynir (Rokfor, Gorgonzola vb.) ve kereviz sapları ile servis eder, böylece Buffalo Wings doğmuş olur. Diğer hikayeler de başka sebeplerden Teressa'nın bu yemeği yaptığı yönünde ama kesin olan bir şey varsa o da Anchor Bar'da ortaya çıktığı. Anchor Bar'ın websitesinde ise ortaya çıkış hikayesi olarak benim anlattığım hikaye yazıyor.</span></span></div><div style="text-align: justify;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;">Buffalo Wings'in üç parçadan oluşuyor; soslu kanatlar, peynirli bir sos ve kereviz sapları. Tavuk sosunun temel içeriği tereyağı veya margarin, domates ve cayenne biberli acı sos. -Lafı gelmişken, margarin kullanılmasını asla tavsiye etmem nitekim kendisi çok zararlı bir yağ- Bu acı sos marketlerde satılan birçok sos olabilir; Tabasco, Louisiana, Jalapeño, Frank's Red Hot vb. Bu sosların içeriği ise acı biber, sirke, tuz, sarımsak ve margarin oluyor. Tahmin edebileceğiniz gibi kanat sosuna asıl tadını veren bu acı sos. Genelde sos pişiriliyor, tavuklar kızartılıyor, sonra sosa iyice bulanıp servis ediliyor. Alternatif olarak sosa bulandıktan sonra kısa bir süre daha fırınlanabilir. Peynirli bir sos da var demiştim, bunun içeriği ise küflü peynir, mayonez, ekşi krema (sour cream), süt, sirke, soğan tozu, hardal ve sarımsak tozu. Eğer iyi yapılırsa gerçekten yiyebileceğiniz ender güzel soslardan birisidir bence. Kereviz sapı ise ince kıyılmış bir şekilde ekleniyor tabağın kenarına.</span></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLzmfGV-PKRg7CuqfdJggBTq4bUVL41TZTJwQZFrcTz_0XxjKKwuWcQoLouSRjEK3qdgSb_H1Fn_ui6N2Dr-HmwgMwywoVvSOioDH7SDcRc9Uhf1ML8UyOhcgDLRQRstcPu4hr3Pl0tc4/s1600-h/Image146.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLzmfGV-PKRg7CuqfdJggBTq4bUVL41TZTJwQZFrcTz_0XxjKKwuWcQoLouSRjEK3qdgSb_H1Fn_ui6N2Dr-HmwgMwywoVvSOioDH7SDcRc9Uhf1ML8UyOhcgDLRQRstcPu4hr3Pl0tc4/s400/Image146.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5446181570711450482" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></a></div><div>Peki Num Num'da Buffalo Wings nasıl yapılıyor? Engin'in emin kaynaklardan aldığı bilgilere göre Num Num, acı sos olarak Louisiana sosu kullanıyor. Domatesler ise konserve olarak satılan, ince doğranmış kabuksuz domatesler. Peynirli sos hakkında sadece tahmin yapabiliyorum, biz evde bir deneme yaptık; Rokfor peyniri, mayonez, yoğurt ve ince kıyılmış maydonozu karıştırdık, Num Num'dakine baya benzer bir sos elde ettik. Ek olarak Num Num, az miktarda ceviz de koyuyor olabilir. Num Num'da bu sosu gerçekten hakkıyla yapıyorlar. Bunlara ek olarak taze kesilmiş, soğuk kereviz sapları da geliyor. Kereviz kanat sosundaki acıyı alsın diye konuluyor ama Num Num'ın Buffalo Wings'i asla rahatsız edecek acılıkta değil.</div><div style="text-align: justify;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;">Num Num'ın Buffalo Wings'i, atıştırmalık olarak, veya çok aç değilseniz ana yemek olarak son derece lezzetli bir seçenek, denemek lazım, yemek lazım. :)</span></div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-25863909870446986252009-05-14T14:58:00.021+03:002009-10-03T19:47:39.771+03:00Tavuklu Sezar Salata @ Borrdo<div><div><div style="text-align: justify;">Borrdo, Bilkent'teki Ankuva alışveriş merkezinde sıra sıra yer alan restoranlardan bir tanesi. İleriki günlerde kendisi için bir yazı yazmayı planlıyorum, çünkü sık sık gittiğimiz bir yer. Bu yazının konusu olan Sezar Salata'yı üç günde dört kere yedim, birisi Num Num'da olmak üzere. Borrdo'da gerçekten güzel yapıyorlar, örneğin birkaç gün önce yan taraftaki Kyma'da yediğim Sezar Salata (hem normali hem ılık olanı) gerçekten kötüydü.<br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Borrdo'daki Sezar Salata'dan önce Sezar Salata'nın hikayesini biraz anlatmak istiyorum. Caesar Cardini adında İtalya doğumlu bir Meksikalı, kızının anlattığına göre 4 Temmuz 1924'teki yoğunluk sırasında azalan mutfak malzemeleri yüzünden daha önce yapmadığı bir salata yapıyor ve Sezar Salata ortaya çıkıyor. Üç iddia daha var; Cardini Tijuana'daki bir yemek yarışması için bu salatayı icat ediyor ve birinci oluyor, diğer iddia Cardini'nin bu salatayı bir grup Hollywood yıldızının haftasonu partisi sonrası için hazırladığını söylüyor, diğer iddia ise Cardini'nin kardeşi Alex'in, acelesi olan bir grup havacı için yaptığı ve adını "Aviator's Salad" koyduğu ama daha sonra "Caesar's" restoranında Cardini'nin ortağı olunca isminin değiştiği yönünde. Ben şahsen kızına inanmayı seçiyorum. :) Resimde, salatanın icat edildiği Tijuana'daki restoranın 1924'teki halini görebilirsiniz.</div></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2qhnMeYPWsnJscfBGoZad3plJsew3YdMfKW2acQBqpv1tUC88TJ3SHcz5j5NAu1DlJ7-m2EG1Taij3p7JIaRYhLH0FK4PhPQyruIKtA3OWaUwHE8A-JCfdwoRPA27kAN3j_8g_2IOIbI/s1600-h/Caesar's_'original'_or_'hotel'_restaurant_-_Tijuana_c.1930.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2qhnMeYPWsnJscfBGoZad3plJsew3YdMfKW2acQBqpv1tUC88TJ3SHcz5j5NAu1DlJ7-m2EG1Taij3p7JIaRYhLH0FK4PhPQyruIKtA3OWaUwHE8A-JCfdwoRPA27kAN3j_8g_2IOIbI/s400/Caesar's_'original'_or_'hotel'_restaurant_-_Tijuana_c.1930.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5335652321772207394" style="text-align: justify;float: left; margin-top: 0px; margin-right: 10px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; cursor: pointer; width: 400px; height: 332px; " /></a><div style="text-align: justify;">Gelelim Sezar Salata'nın içindekilere. Cardini'nin daha sonradan restoranını taşıdığı Hotel Caesar'ın dediğine göre Orjinal Sezar Salata'nin içindekiler şu şekilde:</div><div style="text-align: justify;">- Marul (Romaine lettuce)</div><div style="text-align: justify;">- Zeytinyağı</div><div style="text-align: justify;">- Hardal</div><div style="text-align: justify;">- Sarımsak</div><div style="text-align: justify;">- Tuz</div><div style="text-align: justify;">- Taze Öğütülmüş Karabiber</div><div style="text-align: justify;">- Sirke</div><div style="text-align: justify;">- Limon Suyu</div><div style="text-align: justify;">- Worcestershire sosu</div><div style="text-align: justify;">- Çiğ yumurta</div><div style="text-align: justify;">- Parmesan Peyniri</div><div style="text-align: justify;">- Kıtır Ekmek (Krouton - Crouton)</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Birkaç ilginç nokta görmüşsünüzdür malzemelerde. "Coddling" diye bir terim var İngilizce'de. Yumurtayı meyvayı vb. kaynama noktasının az altında suda pişirmeye deniliyor. Yumurtaların ya çiğ, ya da 'coddle edilmiş' halde olması lazım. Çiğ yumurta, günümüzde bazı sağlık endişeleri yüzünden genelde tercih edilmiyor. Bloody Mary'nın asıl tadını veren Worcestershire sosu da konuluyor orjinal tarife göre. Bu aslında İngilizlerin av etleri için kullandığı içinde Sirke, Pekmez, Ançuez, Soğan, Sarımsak vb. şeylerin olduğu bir sos. Şimdiye kadar Worcestershire sosu olan bir Sezar Salata hiç yemedim, nasıl olur açıkcası bana şüpheli geldi. :) Onun dışındaki malzemeler, zaten yenildiği zaman rahat anlaşılabilecek şeyler. Farkettiyseniz, ızgara tavuk yok, domates yok, mayonez yok, veya maruldan başka ot yok. Ama Sezar Salata'yı nerede yerseniz yiyin, bu ekler illaki gelir. Tıpki Borrdo'daki gibi diyip Borrdo'nun Sezar Salata'sına geçelim.<br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmEyuONKWbI3UpBTQLPPqk3mjZcaYPOs5m4z45Yx2ya7ujwbuwj2Zg_1v0mbiSlBas8uQnMZmYaR_ogg_fF2JCobkkvVVUvsS8L682OZgEbmu_sajSVZX1k2FKytiNfE8WagR0kbzgmt0/s1600-h/Image065.jpg"><img style="text-align: justify;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmEyuONKWbI3UpBTQLPPqk3mjZcaYPOs5m4z45Yx2ya7ujwbuwj2Zg_1v0mbiSlBas8uQnMZmYaR_ogg_fF2JCobkkvVVUvsS8L682OZgEbmu_sajSVZX1k2FKytiNfE8WagR0kbzgmt0/s400/Image065.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5335659227090585362" /></a><div><div style="text-align: justify;">Gördüğünüz gibi en üstte taze Parmesan peyniri parçaları var, süsleme olarak birkaç kiraz domates ve nane kullanılmış. Hemen altında bol miktarda ızgara tavuk var. Onların altında Sezar sosuna bulanmış marul var. Marulların aralarında da sarımsaklı ve fesleğenli bir sosla fırınlanmış ve sosu emmiş kıtır ekmek parçaları var. Sezar sosunda ise tahminimce temelde mayonez, hardal ve belli belirsiz sarımsak var. Biraz sirke de konulmuş olabilir. Mayonez sizi korkutmasın, asla dikkat çekici bir tadı olmuyor salata içinde. Sezar Salata, Borrdo'da diğer salatalarda olduğu gibi zeytinyağı ve limon suyu ile geliyor, onları da döktükten sonra gerçekten güzel bir Sezar Salata oluşuyor. :) Rahatsız edici, fazla gelen hiçbir şey yok salatada. İçindekilere göre elbette diğer salatalara oranla biraz kalorisi yüksek bir seçim, ama yiyebileceğiniz diğer yemeklere oranla daha sağlıklı. Miktarı az değil ve uzun süre tok tutuyor.</div></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><div style="text-align: justify;">Eğer yolunuz Ankuva'ya düşer ve salata yemek isterseniz, özellikle ekstra parmesan ile birlikte kesinlikle tavsiye edebileceğim bir salata.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">Daha fazla hikayesi ve orjinal tarifi: </span><a href="http://www.noanchoviesincaesar.com/"><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">http://www.noanchoviesincaesar.com/</span></a></div><div style="text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">Tijuana'da yapılan bir Sezar Salata videosu: </span><a href="http://www.bigoven.com/cookingvideo.aspx?id=109"><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">http://www.bigoven.com/cookingvideo.aspx?id=109</span></a></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><span class="Apple-style-span" style=" line-height: 19px; font-family:-webkit-sans-serif;font-size:13px;"></span></div></div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8576967541521349512.post-86261224679021212912009-05-13T19:24:00.010+03:002009-10-02T14:53:41.317+03:00Misyon Vizyon<div style="text-align: justify;">Bu blog'da Deniz ve Engin olarak dışarıda yediğimiz yemekler ve ek olarak mekanlar hakkındaki görüşlerimizi yazacağız. Dışarıda, güzel bir yerde güzel bir yemek yemeğe düşkünüz ve haftada yaklaşık 8-10 kere dışarıda yemek yiyoruz, o yüzden kapsamlı olacağını tahmin ediyoruz. Başlangıçta Bilkent, Park Caddesi ve birkaç alışveriş merkezi ile başlarız herhalde, en çok o taraflarda oluyoruz çünkü. Zamanla kapsama alanı çok daha genişler.<br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;"></div><div style="text-align: justify;">Blog'da gitmediğimiz hiçbir mekan, yemediğimiz hiçbir yemek olmayacak ve kendi çektiğimiz fotoğrafları koyacağız, yani mutlaka kişisel tecrübeden geçecek, böylece daha samimi bir blog olacağını düşünüyorum. Ayrıca sadece yediğimiz güzel yemekleri koyacağız, bir yemek eleştiri sitesi olmayacak, böylece sitede gördüğünüz bütün yemekleri büyük ihtimal seveceğinizi düşünebilirsiniz.</div>Denizhttp://www.blogger.com/profile/17838776032367827268noreply@blogger.com4